Deyim: Gerçek anlamından ayrı bir anlamı ve farklı bir anlatımı bulunan, iki veya daha fazla sözden oluşan standartlaşmış sözcük guruplarına denir. Deyim yerine ‘tabir’ de kullanılır.
Atasözü: Uzun deneme ve gözlemlere dayanarak söylenmiş, topluma mal olmuş ve kabul görmüş, toplum tarafından benimsenerek ortak kullanılan kalıplaşmış sözlerdir. Kim tarafından ve ne zaman söylendiği bilinmeyen, toplumun duygu, düşünce, inanç ve kültür yapısını yansıtan sözlerdir atasözü. Atasözleri, bir düşünceyi açıklamada ya da savunmada şahit olarak kullanılabilen sözlerdir. Atasözlerini kullanmak, atalarımızı şahit göstermektir.
Kısa bazı örnekler:
Ateş olmayan yerde duman tütmez”: Olay varsa bir izi ya da görüntüsü vardır.
“Besle kargayı oysun gözünü”: İyiliğe kötülükle mukabele edenler için söylenir.
“Cahil adam meyvesiz ağaca benzer”: Bilgisizlerden fayda sağlanmaz.
“Damlaya damlaya göl olur”: Az ama uzun vadede biriktirmenin olabileceği ile.
“Dost kara günde belli olur”: Dost iyi günde yanındaysa kötü günde de yanındadır.
“Komşu komşunun külüne muhtaçtır”: Sosyal yardımlaşma için söylenir.

Anlatmak istediğimiz konuları daha iyi anlatmak ve anlamı güçlendirmek için, birçok atasözü ve deyim kullanırız. Kullandığımız bu sözleri ve deyimleri yanlış kullanıyor olabilir miyiz ve hikayeleri var mıdır? Bazılarını biz nasıl kullanıyoruz, aslı nedir? Bu konuda, daha önceki yazdığım bir yazımın devamı olarak; değişik bulduğum, bildiklerim ve derlediklerimi, sizlerle paylaşmak istedim.

Ölünün kûru/Ölünün körü/Elinin körü
“Elinin körü” deyimini, ardı ardına soru sorup duran birine, ‘kes şu sorularını artık’, ‘ağzımdan kötü bir söz çıkacak şimdi’, ‘sus artık’, ‘şimdi sırası mı?’, ‘bilmiyor musun?’, ‘başımdan bi git’ şeklinde kullanıldığını görürüz. Ayrıca bu deyim, azarlama şeklinde söylendiği de olur. Ve olumsuz öfke anlatımı olarak; ‘daha neler’, ‘canın cehenneme’ anlamlarında da kullanılır.

Bazı yerlerde bu deyim, “öllüğün körü” şeklinde kullanıyor. “öllüğün körü” Ankara yöresine ait bir yiyecek ismi. Anlatıldığına göre, kıymalı ve peynirli erişte pişirilirken komşunun “ne yemeği yapıyorsun?” diye sorması üzerine, yorgun ve sinirli bir şekilde kadının “öllüğün körü” demesi üzerine, bu yemeğin adının oradan kaldığı sanılır. Bu anlatıma göre, doğruluğundan tam emin olunmamakla birlikte, “öllüğün körü” bir yiyecek adıdır.

Esasında bu deyimin aslı “ehlinin gûru” dur. Gûr, farsça mezar anlamına gelir; bu ifade de, “ailenin/sülalenin mezarına şöyle böyle yaparım” tarzında argo bir söylem iken, zamanla değişime uğramış.

“Elinin körü” ya da “ölünün körü” ifadelerindeki ‘kör’, gözleri görmeyen anlamında değil. Kör/ kûr Türkçe bir kelimedir ve mezar anlamına gelir. “Elinin körü” ya da “ölüyün kûru/körü” senin mezarını kazıyorum anlamında kullanılan bir söylemdir.

Deyimin aslı, “Ölünün kûru” şeklindedir. Kûr, mezar anlamına geliyor ve ayrıca ‘elinin’ değil ‘ölünün’ dür. Yani deyimin aslı, “ölünün kûru” dur.

Geçti Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde’ye/Geçti Bolu’nun pazarı, sür eşeğini Niğde’ye:
Bu deyim, “bir fırsat kaçınca, hiç olmazsa bundan sonraki fırsatı değerlendirmek gerekir” anlamında kullanılır.
Bor, Niğde’ye 13 kilometre mesafede bir ilçedir ve pazarı meşhurdur. Pazar kalabalıktır, her türden mal alınır satılır. Bor pazarı Salı günleridir ve öğleye kadar devam eder. Öğleden sonra da bir gün sonraki Niğde pazarını kurmak için pazarcılar Niğde’ye gider. Zira Niğde pazarı Çarşamba günüdür.

Günlerden bir gün köylünün biri Bor’un pazarına gelmek için sabah erkenden kalkar ve pazarda satacağı malını eşeğine yükler yollara düşer. Kasabaya yaklaşırken, bir çeşme başında biraz dinlenip eşeğini de otlatmak gerekir diye düşünür. Eşeğini bir ağaca bağlar kendisi de bir diğer ağacın altına oturup dinlenmek ister. Sabah erken kalktığı için uykusuzdur ve uzun süre uyuya kalır. Uykuyu biraz fazla kaçırır. Uyandığında güneşin bir hayli yükseldiğini görür. Pazara yetişmek için hızlı hızlı yollara düşer.  Pazar yerine ulaştığında pazarın dağılmış olduğunu görür. İşini bitirip köye dönmekte olan diğer köylüler ve pazarı temizleyen kişiler; “Pazar çoktan dağıldı, yarın Niğde’de pazar var, sür eşeğini Niğde’ye” derler.
Bu hikayeye göre tam söz/deyim, “geçti Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde’ye” şeklindedir. İnsan bir fırsatı kaçırdığı zaman, bu sözü ya da “atı alan Üsküdar’ı geçti”, deyimlerini söyler. “Bir fırsat kaçırılınca, hiç olmazsa bundan sonraki fırsatı değerlendirmek gerekir” anlamındadır bu deyim.

Bu deyimin şu şekilde de kullanıldığını görüyoruz: “Geçti Bolu’nun pazarı, sür eşeğini Niğde’ye.” Bu söylem yanlış; zira Bolu pazarını kaçıran eşekli birisi neden çok uzaktaki Niğde’ye gitsin. Adama demezler mi ki; kardeşim bu kadar yolu bu eşekle nasıl gideceksin? Deyimin aslı: “Geçti Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde’ye” dir.

Zürefanın düşkünü beyaz giyer kış günü/ Fukaranın düşkünü beyaz giyer kış günü:
Anlamının tartışmalara en açık olduğu atasözlerimizden birisidir. Birden fazla ifade ediliş şekli vardır:
“Zürefanın düşkünü, beyaz giyer kış günü.”
“Zürafanın düşkünü, beyaz giyer kış günü.”
“Fukaranın düşkünü, beyaz giyer kış günü”, gibi bilinen en yaygın kullanım biçimleridir.
TDK bu sözün anlamını; “zürafanın düşkünü” olarak ele almıştır. Deyimdeki “zürefa” kelimesinin kökü Arapça olup “zarif” kelimesinin çoğuludur ve doğrusu “zürefa”dır. Zariflerden (şık, gösterişli giyimlerden) olacağım diye zevksizlik örneği sergileyen kimseler için söylenmiştir. “Zürefa”; giyimine şıklığına önem veren kişi anlamındadır.

TDK, “önceden mevki sahibi olan birinin, bu mevkisini kaybetmesi durumunda, uygun olmayan, olmadık, yanlış, yersiz davranışlarda bulunması” şeklinde anlamlandırmış.

Yazın açık renk elbiseler, kışın ise koyu renk elbiseler giymek daha uygundur. Zira yazın giyilen açık renk kıyafetler, güneş ışığını geri yansıtarak ısının artmasını önler. Kışın ise koyu renk kıyafetler güneş ışığını emerek daha iyi ısınmamızı sağlar.

Giymek için fazla seçeneği olmayan kişiler, yazın giydikleri beyaz bir kıyafeti, kışın da giymek zorunda kalabilirler. Tanıma göre de atasözü, “fukaranın düşkünü, beyaz giyer kış günü” şekline dönüştürülmüş.
“Zürefanın düşkünü, beyaz giyer kış günü” şeklindeki söylemden kasıt; kibarlığı elden bırakmak istemeyen, olmayacak zamanda bile kibar görünmeye kalkar.

Sözde “zürefa”, kibarlar anlamında kullanılmıştır. Kibarlık bir yapı durumudur. Kibarlar da başkaları tarafından beğenilmeyi isterler ve bunun için çaba gösterirler ve ne gerekirse onu yaparlar. Özellikle giyim konusunu ele alırlar. Amaçlarına ulaşmak için, yaptıklarıyla bazen alay konusu bile olurlar.  Giyilmemesi gerek kış günü beyaz bile giyerler. Olmayacak zamanda kibarlıklarını göstermek isterler. Oysa gerçek kibarlık giyim kuşamda değil, söz ve davranışlarda olmalıdır.

Bu farklı söylemden iki sonuç çıkartıyoruz:
Toplumda saygın bir yeri olan kişi, konumunu yitirince herkes tarafından yadırganan, hatta alay edilen işler yapmaya başlar. Ve maddi durumu iyi iken mevsimine göre giyimine özen gösteren kişi, yoksullaşınca mevsimine, modaya uygun olmayan şeyler giyinir.
Hoş kalın. Mart 2018, Ankara. İsmet Kadıoğlu.