BİR KÖY HİKAYESİ
Zengin bir baba küçük oğlunu insanların ne kadar fakir olabileceğini göstermek
için bir köye götürdü. Çok fakir bir aile, çiftliğinde baba ve oğlunu bir gün boyunca ağırladı.
Yolculuktan dönerken baba oğluna sordu;
-- İnsanların ne kadar fakir olduklarını gördün mü?
-- Evet gördüm baba.
-- Ne öğrendin peki? Anlat bakalım.
Oğlu cevap verdi;
-- Bizim evde bir köpeğimiz var, onlarda ise 4. Bizim bahçenin ortasına kadar uzanan bir havuzumuz var, onların ise sonu olmayan bir dereleri. Bizim bahçemizde ithal lambalar var, onların ise yıldızları. Bizim görüş alanımız ön avluya kadar, onlar ise bütün bir ufku görüyorlar.
Oğlu sözünü bitirdiğinde babası söyleyecek bir şey bulamadı. Oğlu devam etti; 
-- Ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin için teşekkür ederim baba. 

Anamur’a kilometrelerce mesafede, gittikçe yükselen,  2000 metre yükseklikteki Toros dağların eteğine sığınmış evlerin bulunduğu, yukardaki bir alıntı hikayede bahsedilen köy.

Ev dediğimiz; çatısı toprakla örtülü, iki göz, elektrik olmadığı için karanlık bina. Evin sağında solunda 3-5 adet biber, domates, patlıcan vs. yetiştirebilecek kadar 3-5 evlek toprağa sahip evlerinin bulunduğu köy.

Hep aşağıya yıkılıverecekmiş gibi görünen tahta sundurmalı balkonlu evlerin bulunduğu köy.

Isınmak ve darı ekmeği yapmak için içinde odun yakılan, bir cephesinde evin taş duvarı içerisine yerleştirilmiş ocaklık bulunan evler ve bu ocaklıkta yıllar öncesinden ama hafızada kayıtta olan ve bir türlü silinemeyen, evin hanımı(anam) tarafından her gün akşam vakitlerinde darı(mısır) unundan saç ekmeği(tap tap ekmeği/darı ekmeği) yapılan, içinde 11 nüfusu büyütmüş evin bulunduğu köy.

İster istemez şöyle düşünüyorsunuz; keşke benim de böyle derme çatma bir evim, yarım dönüm içinde meyve bahçem ve bostanım olsa. Her sabah biberi dalından kırıp sofraya getirsem dediğiniz bir köy.

Evin banyosu yok. İki göz derme çatma toprak damlı binanın dışında ayrıca yapılmış, aralarından dışarısı görülebilen tahtalarla çevrilmiş yerde, odun ateşi üstünde ısıtılmış bir ıbrık su ile gücün varsa çimebileceğin sözüm ona, banyo diyebileceğiniz banyolu evleri olan köy.

Sakin, sessiz, kımıltısız, ilkbaharda yuvalarındaki yavrularına yem getiren, cıvıl cıvıl kuş sesleri ile, me me diye analarının arkasından oynaya zıplaya koşan kuzuları olan ve bu doğallık karşısında insana huzur veren bir köy.
Anamur dragon çayının kollarından birinin, evlerin arasından geçen küçük deresi olan bir köy. 

Bu derede yazın, uzun beyaz bezden dikilmiş donlarla, hatta hiç o donun giyilmeden de derenin böğetlerinde çimen çocuklarının olduğu bir köy. 

İlkbaharda her tarafı yemyeşil ağaçların yaprak ve çiçek açtığı, kuşların ağaçların üstüne yuvalar yapıp cıvıl cıvıl öttüğü, oğlak ve kuzuların yukardan aşağıya tozu toprağa katarak oynaşarak koştukları bir harika güzellikleri olan köy. 

Çatısı yağmur yağdığında ara sıra akan ve 50-60 cm çaplı, 1 metre uzunluğunda sert bir ağaç gövdesinden kesilmiş silindir şeklindeki yuvaklarla, toprak damın akmasını önlemek için yuvadığın evleri olan köy.

İşte bu köylerden biri beni büyüten, ama şimdi birçok yerleşim yerlerinde evleri virane olmuş, bakımsız, susuz kalmış ve yaşlanmış, kayıttaki eski hatıralarını izlemek için ziyaret ettiğinde; beni böyle kimsesiz bırakma diye gözyaşları sel olmuş şekilde, sana bakan meyve ağaçlarına sahip, benim köy. 

Bu 4 veya 5 bölümlük yazımda Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte köyümde yaşananların bir kısmından bahsedeceğim.

KÜKÜR VE GÖRPE
Kükür; coşkuyla bağışlamak, vermek, affetmek, sunmak gibi anlamlara geldiğini biliyorum. Sözlükte çok taşlı dağlık bölge anlamında da kullanılıyor. Köylüler arasında arazi çok sarp olduğu için coşkuyla, kükreyerek suların sellerin aktığı yerler anlamında da köye bu isim verilmiş olabilir deniyor.2000 metre rakıma sahip Torosların, dik yamaçlarının hemen başlangıcında, B.kdurukmaz denen sarp yamaçların dibine kurulmuş 13 mahalleden oluşmuş, bir ucundan diğer ucuna yaya 8 saatte ulaşılabilen,
Anamur’un tüm kuzey cephesini kaplayan, “Anamur’un doğusu”  fakirliğin, yokluğun bol olduğu, hiç ayağına ayakkabı giymeden okula giden çocukları olan bir köy. 

Benim doğduğum, büyüdüğüm ama 1957 de okulu olmadığı için, 7 yaşında küçücük bir çocukken, kilometrelerce uzaktaki bir başka köyde, birilerinin yanında, sabahları okula giderken ve akşamları kaldığım eve ağlayarak dönmek zorunda kaldığım köyüm, Kükür. Çok küçük kaynak suyun başına kurulmuş, 3 veya 5 evlek, domates biber ekilebilecek kadar az, sulanabilen tarlaları olan evlerden oluşan 13 mahalleli Kükür. 

1957 yılında köyümde okul yok ama, 92 yaşında hakkın rahmetine kavuşan rahmetli babam ilk okulu, onun ilkokula gitme yaşında Kükür’ün Görpe mahallesinde var olan okulda üç sene okuyarak alınmış diploması vardı. 

Dr. Mustafa Erim, “Osmanlı Belgelerinde Mersin Sancak Anamur Kazası” kitabını hazırlarken bir toplantıda, Osmanlı’da iki tip kaza olduğundan bahsetti. Birisi Tarsus tipi, diğeri de köylerin biri merkez olmak üzere Anamur tipindeki kazalar demişti. Anamur kazasının da merkez köyü Nasradın olduğunu söyledi. Ben de Nasradınlıların gostak olması ondanmış demiş ve gülüşmüştük.

Buradan kafama taktım. Babam diplomayı Kükür’ün mahallerinden Görpe’de  1928 de açılmış ve 3 yıl devam etmiş, 3 yıl sonra da kapanmış okuldan mezun olmuş ve 3 yıl sonunda ilkokul diploması almış. Ve o dönemdeki okul sayesinde Görpe çok farklı konum kazanmış. Nasradın ile mukayese edilmez ama Görpe de Kükür’ün 13 mahallesinin merkezi konumunda farklılıklara sahipmiş. Bu 3 yıl devam etmiş ilkokulda köyün okuyanları gözünü açmış daha yukarısını okumuşlar ya da Anamur’a yakın olmuşlar. Hatta bunların bazıları Anamur’un ileri gelen eşraflarından olmuşlardır. 

Daha önceki bir yazımda; ”insan geçmişiyle insandır. Geçmişini taşıyan canlıdır. Kendini anlamak isteyen insan, geçmişine bakmalıdır. Hafızamız, geçmiş deneylerimizi taşır ve hayatımızın devam etmesine katkıda bulunup, toplum olarak, kültür olarak, var olma çabamızda geçmişimizi bize anımsatır. Geçmişten öğrenmemize destek verir. Ati; gelecek demektir. Gelecek geçmiş gibi kayıtlı değildir. Gelecek kayıtlı olmayan bir ümittir.

Geçmişle gelecek arasına bir köprü vardır ve bu köprüyü kullanmalıyız. Geçmişten güç almadan yetişen gençliğin geleceği susuz kalmış yeşillik gibidir” demiştim. İşte kendimizi anlamak için, geçmişimize, köyümüzün eski haline bir bakmak istedim. İsimlerde, bazı olaylar ve bilgilerde nasıl doğru olabilirim diye düşünürken, Görpe mahallesinden Hasan Doğan abimizin bilgisine baş vurdum. Hasan abiye, Görpe Nasradın’a benzer bir beylik mahalleymiş, bu konuda bilgi almak istiyorum dedim.

Hasan Doğan önce Kethüda’yı tanımlamakla başlayalım dedi. Yabancı olduğum bu ismi tanımlayarak söze başladı. “Kethüda, en büyük devlet adamı demektir. Babamın dedesi, Ali Kiya’nı mezar taşında eski yazıyla Ali Kethüda yazısı var” dedi. Buradan şunu anlıyoruz, Görpe’de yaşamış Ali Kiya en büyük devlet adamı unvanına sahip. Belki resmi olmayan ama o görevi köylüler arasında gayri resmi Ali Kiya’ya kullanmış. Ali Kiya’nın bir kardeşi de Mülazım Kiya. Ali Kiya’nın torunu olan Hasan Doğan Kethüda unvanın Kaymakam anlamında olabileceğini söyledi. Kethüdanın Hasan Doğan’daki karşılığını bu şekilde not ettikten sonra, kendi ulaştığım bilgileri sizlerle paylaşmak istiyorum. Bir sonraki yazımda buluşmak üzere hoş kalınız. Antalya, Şubat 2016. İsmet Kadıoğlu.