Ömer Seyfettin’in 1917 yılında ele aldığı “Kızılelma Neresi?” ismiyle yazdığı öyküden, Osmanlı ordusunun hükümdara kesin itaati ve devletin ilkelerine bağlı kalındığı görülür. Askerlerden rastgele seçilen üç kişinin aynı sorulara aynı cevapları vermeleri ilginçtir.

Ömer Seyfettin “Kızılelma Neresidir?” öyküsünden bir bölümünü paylaştıktan sonra konumuza devam etmek istiyorum,
“Kızıl-Elma’ya…
- Kızıl-Elma’ya…
- Kızıl- Elma’yacak gideceğiz!

Zamanın Süleyman’ı, ansızın… Kükremiş bir tufan halinde askerden bu naraları duydu. Otağında yalnızdı. Yarım saat evvel dağılan Divan’ın cenk için gösterdiği kahraman arzuyu düşünüyordu.  Bugün, yalnız vezirleri değil, kazaskerleri, defterdarları, nişancıları, “ağa, kethüda, serdar, yayabaşı, bölükbaşı, vekilharç” gibi, yeniçeri zabitlerini, hatta solakları bile çağırmış, hepsini huzurunda toplamıştı.  Hepsi “… Kafdağı’na kadar arkandan gelmeye hazırız, padişahım!” diye ayaklarına kapanmışlar, gözlerinden sevinç yaşları dökmüşlerdi. İşte şimdi “sefer kararı” ordu için yayılmış olacaktı. Otağın biraz uzağında… Küçük meşe ormanın nihayetindeki mahşerde, deminki Divan’ın sevinci, büyük bir heyecan ummanı gibi kaynıyor, kabarıyor, kabarıyor; bu umanın görünmez, işitilir dalgaları, yakın ufukların bulutlu sahillerine değil, sanki bütün cihanın takına çarpıyordu:

- Kızıl Elma’ya…
- Kızıl Elma’ya!
- Kızıl Elma’yacak…

Padişah, tahtından yavaşça ayağa kalktı. Sağ elini altın koltuğa dayadı. Gökten inen, manası anlaşılmaz bir sese kulak verir gibi başını büktü. Ordunun velvelesini dikkatle dinledi, “Kızıl Elma, Kızıl Elma…” Bu ismi şehzadeliğinden beri binlerce defa duymuştu. Sonra tekrar tahta oturdu. Gözlerinin üstüne kadar eğilmiş yusufiyesini geri itti. Gayet çıkık, geniş alnını, esmer uzun parmaklarıyla tuttu. Düşündü. Düşündü..

-Kızıl Elma neresi?
Diye mırıldandı. Şarkta olsun, garpta olsun, sefere çıkarken galeyana gelen asker hep “Kızıl Elma’ya!..” diye bağrışıyordu. Bu narayı yeniçeri kışlalarında, Sipahi ocaklarında, geçit resimlerinde, hatta İstanbul’da, sarayın iç bahçesinde bile duymuştu. Kızıl Elma neresiydi? Üvez rengi sırmalı perdenin arkasında nöbet bekleyen Mahmud’u çağırdı:
- Sadrazama söyle, vezirlerle beylerbeyini, kazaskerleri toplasın. Hemen karşıma gelsin’ Dedi…”

Öykünün devamı şu şekildedir:
Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman seferberlik ilanı için Divan’ı toplaması ve Divan toplantısının ardından “Kızılelma’ya!” diye bağırmaların olması…
Ahalinin ve yeniçerilerin/askerlerin “Kızılelma’ya, Kızılelma’ya, Kızılelma’ya kadar gideceğiz!” naralarını merak etmesi.. sonucunda; “nedir bu Kızılelma?” diye, devletin ileri gelenlerinden olan herkesi huzuruna çağırıp, şehzadeliğinden beri duyduğu “Kızılelma’nın” neresi olduğunu öğrenmek istemesi sonucu onlara sorar: “Kızılelma neresidir, bilen var mı?” Viyana’dır, Roma’dır, Çin’dir, diyenler olduğu gibi bazıları da Hint diye cevap verir. “Kızılelma’nın” neresi olduğuna dair tek cevap yoktur. Çok cevap vardır.

Padişah çoklu/farklı cevaplara kızar “yazık sizin halinize” diye söylenir. İçlerinden bir fıkıh bilgini, “Padişahım; Kızılelma halk kullarının uydurduğu bir efsanedir. Ne aslı vardır ne de faslı, bir hakikat değildir ki, biz bilelim. Halk ise padişahım, bilmez söyler” der.

Padişah; “halkın dediği! Hakk’ın dediği” ve “Bu bir hakikattir! Madem halk söylüyor; halktan gelen ses, Hakk’ın sesidir, mutlaka bir aslı vardır ama siz bilmiyorsunuz.” Der.

Sonunda padişah, İskender Paşa’ya halkın yani yeniçerilerin içine girerek “Kızılelma Kızılelma” diye bağıran kişilerden üçünü rastgele seçip, otağa getirmesini emreder. 

Birinci kişiyi padişahın huzuruna getiriler. Padişah sorar: “Kızılelma, Kızılelma dersin, neresidir burası?” Gariban korkulu ve mahcup bir şekilde, “herkes bağırır padişahım, ben de bağırdım” der. Padişah tekrar sorar: “Neye bağırdığını sormam. ‘Kızılelma’ neresidir? Onu söyle” der. Garip tereddüt etmeden cevabını şöyle verir:
“- Padişahımızın bizi götüreceği yer!
- Orası neresidir?
- Padişahımız bilir.”
İkincisini huzura getirirler. Aynı sorulara cevabı şöyledir:
“Önümüze düşüp, bizi götüreceğin yer padişahım!
- Orası neresi?
- Sen bilirsin padişahım” der.
Üçüncü kişiyi de getirip aynı soruları padişah sorduğunda şu cevapları verir:
- “Atınızın gittiği yer padişahım!
- Orası neresi?
- Neresi olduğunu ancak padişahım bilir.”
Ve üçü de aynı cevabı verir. Böylece padişah merak ettiği sorunun cevabını almıştır ve cevaplardan memnun olmuştur. Her üç garibi de ödüllendirmiştir.
Padişah, “gördünüz ya , ‘Kızılelma’ benim gitmek istediğim yer işte, Hakk’ın beni götüreceği yer!” der.

Birçok padişah, düşünür, yazar, siyaset adamı ve komutan için “Kızılelma” hep vardır/olmuştur. Bazısı için ülke ve adalet, bazısı için bir ideal, bazısı için bir topluluk ve bazısı için de yerküreyi ifade etmiştir. Oğuzların “Kızılelma’sı” ‘batı’ idi. Kanuni Sultan Süleyman zamanında da “Kızılelma” önce Viyana sonra Roma” deniyordu. “Kızılelma’nın” din, dil, ırk farkı gözetmeksizin toplumun bir hayat tarzı olduğunu görüyoruz.

Askerimize muhabir soruyor, “istikamet nere?” Asker “Kızılelma” diyor. Bugün için bizim askerimizin/Türkiye’nin “Kızılelma’sı” Afrin, Münbiç olduğunu görüyoruz.

Kimsenin toprağında gözümüz yok ama; gitmezsek gelecekler ve biz girmezsek onlar güneyimizde bir terörist devlet kurup Hatay’a Kilis’e girecekler. Hiçbir zaman Türkiye gelmiyor, biz de gitmeyelim demeyecekler. Ve biz de gideriz “Kızılelma’ya.”
Bu bir savaştır ve bu savaşın adı “ilan edilmemiş bir paylaşım savaşı” dır. Yani Ortadoğu petrol ülkesinin paylaşımının savaşı. Savaşın acı tarafı da, Türkiye’nin de bu paylaşımın bir parçası olarak görülüyor olmasıdır. ABD’nin, Avrupa’nın ve Rusya’nın Ortadoğu’yu işgal girişimi ve dibimize kadar sokulmalarının sebebi “terörle mücadele” değildir. Bunun adı, içinde Türkiye’nin de bulunduğu paylaşma savaşıdır. İşte paylaşılmamak için “istikametimiz Kızılelma” diyoruz.
Hoş kalın. Mart 2018, Anamur. İsmet Kadıoğlu.