Anlatacağım olay, bir çok dostumun yakından tanıdığı bir ailenin dramıdır.
 Yürek kavuran bu dramı anlatmadan geri duramazdım.
 Elbette, kahramanlarımızın isimlerini saklı tutacağım.
 Baba, okumuş, yazmış, kültürlü, namazında niyazında bir inşaat mühendisi.
 Köklü bir aileden geliyor.
 Amcası, doğduğu şehrin çok yakından tanıdığı bir tıp profesörü.
 Eşi, yine doğduğu şehrin köklü ailelerinden birinin kızı.
 Muhafazakâr bir aile.
 Baba, modern-muhafazakâr.
 Ailenin kaydığını fark edememiş ne yazık ki.
 Bir gün, iki oğlunu mutlu etmek için sıfır kilometre iki arabayı kredi ile satın alır, evin kapısının önüne koyar.
 Oğullarının mutlu olacaklarını sanmıştır.
 Memnuniyetsizlikleri kapının önünde başlar.
 Babalarına “bu ne?” diye sorarlar.
 Arabaların kredi ile alındığını öğrenince, kıyamet işte burada kopar.
 İki oğlan “biz,banka faiziyle satın alınan bu günah arabalarına binmeyiz. Seni de terk ediyoruz” diyerek, annelerini, eşlerini, çocuklarını da yanlarına alarak komşu bir ülkeye giderler.
 Orada radikal bir grubun himayesine girerler.
 Radikaller, onlara  aç kalmayacakları kadar maaş bağlar, iki-üç gözden  oluşan küçücük bir eve yerleştirirler.
 İki oğlan şehit olmaya giderler.  Orada kendilerini bekleyen hurilere bir an önce kavuşmak niyetindedirler.
 Eşleri, anneleri  ve çocuklarıyla vedalaşırlar.
 Derler ki, biz komşu ülkeye cihada gidiyoruz, şehit olup cennete gideceğiz.
 Sizi de orada bekleyeceğiz.
 Bu ülkeden, bu gruptan sakın ayrılmayın. Ölümü burada bekleyin. Nasıl olsa orada buluşuruz.
 Birkaç gün sonra iki oğlanın savaşta öldüklerine dair haber hem anneye ve eşlere, bu arada Türkiye’de yaşayan talihsiz babaya ulaşır.
 Anne ve iki genç kadın bu tembihe uyarlar, bulundukları yerde ölümü beklemeye koyulurlar.
 Yüreği evlat acısıyla yanan baba, “bari torunlarımı kurtarayım” ümidiyle kalkar, komşu ülkeye gider. Eşini ve gelinlerini bulur. Kendilerini Türkiye’ye götürmek üzere geldiğini söyler.
 Heyhat!
 “Biz burada öleceğiz. Torunlarını da sana vermeyiz.” cevabını alır.
 Çaresiz, eli boş, Türkiye’ye döner.
 Evlat acısına mı yansın, eşinin ve torunlarının hasretine mi?
 O talihsiz adam Ankara’da, kaderin kendisine çizdiği bu dramı yaşarken;
 Bir başka yerde, yine akılsız bir adam, başka bir örgüte dahil olur, kendini patlatmak üzere bombayı vücuduna bağlarken, küçük bir tedbir almayı da ihmal etmez olmayan aklınca..
 Şehit olacak ya, huriler ötede kendini bekliyor ya, saklaması gereken organının önüne itina ile büyük bir yapı malzemesi yerleştirir.
 Patlama anında organına halel gelmesin, hurilere mahcup olmasın diye.
 Kendini patlatır. Vücut paramparçadır, itina ile korumaya çalıştığı organının parçası ise kim bilir nereye savrulmuştur.
 Akıl insanın ziynetidir derler. 
 Ayetle sabit; Allah, aklını kullanmayanların üstüne pislik yağdırıyor.
 Kutsal kitabın yüzlerce yerinde “akletmez misiniz?” diye sorarak.
 Daha ne yapsaydı?