Hasan TÜLÜCEOĞLU
Mısır piramitleri yaygın görüşe göre kral mezarları olarak yapıldığı ifade edilse de Kuran’ın: 
“Firavun dedi ki: “Ey Hâmân! Bana yüksek bir kule yap, belki yollara, göklerin yollarına erişirim de 
Mûsâ’nın ilâhını görürüm(!) Çünkü ben, onun yalancı olduğuna inanıyorum.” Böylece Firavun’a 
yaptığı kötü iş süslü gösterildi ve doğru yoldan saptırıldı. Firavun’un tuzağı, tamamen sonuçsuz kaldı." 
(Mümin 36-37) ayetinde bahsedilen kuleyi İslam alimleri piramitler olarak yorumlarlar. O günkü 
şartlarda piramitler “big brader” misali Firavun’un düzenini Mısır halkının ensesinde hissettiren 
bugünkü gökdelenler, rezidanslar vari devasa binalardı. Piramitler, o gün insanların belli bir bilim ve 
teknolojiye sahip olduklarını gösterirken bu güce sahip olanlar bu imkanları kendi ve seçkin çevreleri 
için kullanmışlar halk üzerinde bu güçlerini de piramitlerle ifade etmişlerdir. Ayette ifade edildiği 
üzere Firavun, tanrı tanımazlığını ve dolayısıyla kendi rabliğini o günün rezidansı piramitlerle Mısır 
halkına dayatmıştır. Muhtemeldir ki piramitlerin inşasında yüzlerce insanlar, köleler yok pahasına 
çalıştırılmışlar ve elbet bu yapımda çok insanlarda hayatlarını kaybetmişlerdir. Ama Firavun için 
çevresi ve özellikle sistemi her şeyin üstünde olarak canı çıkası insancıkların, kölelerin ölmesi hiçbir 
Tanrı inancına sahip, belirli dini ritüelleri uygulayan toplumda esas olan tapınaklar 
olduğundan en gösterişli olarak ibadethaneler yapılmıştır. Hatta bu yapılar genellikle merkezdedir ve 
etrafına halklar yerleşmişlerdir. Hz Süleyman bir kral olmakla birlikte ona bahşedilen harika teknik 
imkanlarla en gösterişli ibadethane ‘Mescid-i Aksa’yı yaptırmıştır. 
Yeryüzünün ilk ibadet yeri olarak yapılan Beyt-i Haram yüzyıllardır İslam dünyasının kalbi 
hükmündedir. İnsanlık tarihi başlangıcında büyük, yüksek, harika bir bina iken günümüz arap 
müslümanları Firavun zihniyeti benzeri onun etrafına kapital Batı teknolojisiyle devasa towerlar 
Hristiyan dünyasının en gösterişli yapıları kiliseler, gösterişli katedraller olmuştur. Uzun yıllar 
Avrupa’da en muhteşem binalar kiliselerdir. Bu günkü Ayasofya zamanın Hristiyan aleminin en büyük 
muhteşem, ilk ve tek kubbeli dini yapısıdır. Krallıkların Hristiyanlığa galebe çalması sonrası Avrupa’da 
saraylar da muhteşem yapılmaya başlanmıştır. 
Selçuklu ve Osmanlılar en muhteşem yapı olarak camileri yapmışlardır. Din toplumunda 
elbet dini duygu düşünce ve değerler muhteşem camilerle topluma yansıtılmak istenmiştir. Topkapı 
sarayının sadeliği göz önüne alınırsa Osmanlı son dönem hariç tüm imkanlarını camiler yapmaya 
aktarmıştır. Bu yaklaşım kraldan önce Tanrı ve din gelir anlayışının ifadesidir. Batılılaşma kulvarına 
girdiğimiz Osmanlı son döneminde Avrupa’dakiler benzeri devlet, saray yaptırma moduna girmiştir. 
Batıya benzeme, ihtişamlarını onlara ifade etme yaklaşımıyla devletin tüm imkanları aktarılarak lüks, 
gösteriş ve şatafat kokan Dolmabahçe sarayı inşa ettirilmiştir. 
On dokuzuncu yüzyılda başlayıp yirminci yüzyılda en muhteşem günlerini yaşamaya başlayan 
ve kendini en güzel ABD’de ifade eden kapital anlayış sonrası Batı dünyasında göklere doğru yükselen 
muhteşem binalar yapılmaya başlanmıştır. Bu, artık dinin zayıfladığı maddi değerlerin öne çıktığı 
anlamına gelmekteydi. Parayı dolayısıyla gücü elinde tutanların yenilmez güçlerini, Firavnu bir 
anlayışla gösterişli binalarla topluma yansıtıp güçlülüklerini dayatmalarıydı. İnsanları daha iyi, daha 
çok kullanma ve sömürme amaçlı, başlangıçta alışveriş merkezleri adıyla plazaları, avmleri daha ilerisi 
gökdelenleri, ikiz veya tek kuleleri, towerları ve şimdilerde rezidansları inşaa ettiler. 
Tapınaklar bir anlamda masumdu sonuçta tüm insanları Tanrı’ya, dine ve dini hayata 
çağırıyorlardı. Ancak towerler, gökdeleneler, rezidanslar yüksek görüntüleriyle Tanrı’yı değil 
gücü, güce sahip olanları ifade ederek çok az bir seçkin azınlığa hizmet verirken genel çoğunluğa, 
zenginlerin üstünlüğünü, kendilerinin(halkların) hiçliğini ifade etmektedir. Türk dil kurumunun 
sözlüğünde rezidansın, “yüksek devlet görevlileri, elçiler vb.nin oturmalarına ayrılan konut; saray, 
konut” manasıyla ifade edildiği dikkate alınırsa rezidanslar elbette ki Firavnu anlayışın yansımalarıdır. 
Mitolojik tanrılar vari seçkinler, Olymposları olan gökdelenler, towerler, rezidanslarda yaşarlar ve salt 
kendi lehlerine insancıkları idare ederler. İlginç olan Musa’ya yakınlar görünür oldukları halde Firavnu 
sistemin işlemesidir. Hz. Yusuf, bu sistemde hak bir yol açmıştı. Yusuf olabilenlere ne mutlu.