BUGÜN, ONUN DOĞUM GÜNÜ
TEK SERVETİ “HALK”IYDI…
SÜLEYMAN YAĞIZ      
Evet, tek serveti “HALK“ıydı…
Sadece seçmeninin değil; oy vereniyle vermeyeniyle hemen herkesin takdir edebildiği, hakkında, “Onun yeri başkaydı. Onun gibisi yoktu” diyebildiği yegâne bir kimseydi.
Ve yine, bu dünyadan göçüp giderken hemen herkesin arkasından samimi gözyaşları dökebildiği bir liderdi.
O da zaten, “Gücümüzü güçlülerden değil, HALK’tan alıyoruz” demişti.
“BİZİM İKİ GÜCÜMÜZ VARDIR: HALK ve HAK” sözünü kendisine ve partisine ilke edinmişti.
“HALKÇI LİDER” diye efsaneleşen ilk ve tek lider de zaten oydu.
Adı dağlara, taşlara yazılan bir şahsiyetti.
Savaşı bile barış için yapabilen bir anlayışa sahipti.
***
Olamayacağı varsayılan “koalisyon”ları kurabilen, “toplumsal uzlaşı”ya yaşamsal derecede önem ve değer veren uygar bir devlet adamıydı.
Bu ülkede “merkez”iyle-“aşırı”sıyla her solcunun göğsünü gere gere, “Ben solcuyum” diyebilmesini sağlayan, başka bir ifadeyle “sola meşruiyet” kazandıran oydu.
Fakat, ister “sağ”dan, ister “sol”dan olsun “cepheleşmeler”e de bir o kadar karşı çıkıyordu.
İki taraftan da “kamplaşmalar” olmasını istemiyordu.
Onun içindir ki, koalisyonların, benzeşen değil, daha çok, benzeşmeyen partiler arasında kurulmasına önem veriyordu.
***
Ara rejimlere ve darbelere  -küresel güçlerin desteği ve korumasıyla değil- kendisi olarak tek başına karşı koyabilen gerçek bir demokrattı.
27 Mayıs’a da karşı çıkmıştı; 12 Mart’a da… 12 Eylül’e de…
Darbe ayrımı yapmamıştı…
Hakkında açılan sayısız davaya karşın 12 Eylül zulmüne karşı tek başına mücadele edebilen tek siyaset ve devlet adamı oydu.
Siyaset yapması yasaklandığında bile sade bir vatandaş olarak, bir gazeteci olarak darbelere karşı mücadeleye devam edebilen de oydu.
***
Aş, iş, emek denilince içi titrerdi…
Başta grevli-toplu sözleşmeli sendikal haklar olmak üzere iş ve işçi yaşamıyla ilgili her iyileştirmenin mimarı oydu.
Zonguldaklı maden işçilerinin, onun için, “Bize o kadar çok şey verdi ki, AKP ala ala bitiremiyor” diye hayırla andıkları lider oydu.
İşçi sınıfına ve emekçiye bıraktığı son iki mirası, “işsizlik sigortası” ve “iş güvencesi”ydi.
(AKP gelir gelmez “iş güvencesi”ni rafa kaldırdı, “işsizlik sigortası fonu”nu ise ikinci bütçe olarak kullanmaya başladı.)
***
Başbakan’ken Fak-Fuk-Fon’dan yapılan yardımların ihtiyaç sahiplerinin kimliklerinin ortaya çıkmadan yapılmasını isterdi.
Günlük yaşamında da “alan” değil, hep “veren el”di.
Hiçbir koşulda devletin “örtülü”–“örtüsüz” kasalarına göz dikmemişti…
Anasının ak sütü gibi helâli olan partisinin kasasına da göz dikmemişti…
Parti çalışmaları sırasında arkadaşlarına ısmarladığı yemeğin parasını dahi parti kasasından değil cebinden öderdi.
***
Kişisel servetlerin peşinden koşan biri değildi.
O kadar ki, anne tarafından büyük dedesi olan Medine Harem Şeyhi Hacı Emin Paşa’dan kalan Suudi Arabistan’daki milyar dolarlık mirası bile Türk hacılarının kullanımı için bağışladığını açıklamıştı. (1), (2)
Gösteriş olmaması için bunu da pek fazla duyurmadan yapmıştı.
Onun içindir ki, ülkemizde bugün bu konuyu çok az kişi bilmektedir.
(Bu konu sonuçlandı mı, sonuçlanmadı mı, bilmiyorum.
Belki, bu yazı vesilesiyle yetkililer, bir açıklama yapar da biz de öğreniriz.)
***
Hakkı çok yenilmişti ama o hiç kimsenin hakkını yememek için büyük bir özen gösterirdi.
Kendisi çok ihanete uğramıştı ama o kimseyi hain ilân etmemişti.
O bir “sevgi adamı”ydı.
Aynı zamanda, “kendi kuramını kendisi yazan bir dava adamı”ydı.
Parkasıyla, şapkasıyla, gömleğiyle simgeydi…
Diliyle, üslubuyla, hitabetiyle, nezaketiyle de simgeydi…
***
Onun adı Bülent Ecevit‘ti…
O herkesi sevmişti…  Bazı istisnaların dışında herkes de onu sevmişti.
Bizzat tanığıyım ki –çünkü ben, onun son genel sekreteriyim-, oy vermeyenleri bile ona sevgi ve saygı mesajları gönderiyordu.
Çünkü onun sevgisi çok büyüktü.
O çok önem ve değer verdiği sevgiyi de eşi Rahşan Ecevit’le birlikte büyütmüştü.
Her can ona bir ve eşti… Her can ona öz kardeşti…
Onun özlemle, rahmetle anıyoruz…
***
O büyük dil ustasını dili sürçer hâle getirenlerin…
 “Bırak artık, git” diye kampanya yapanların…
Ve ona tuzak kuranların…
Daha ötesini diyemiyorum!..
Çünkü, dilim bedduaya alışık değil…
Ne diyeyim? Allah, tümünün müstahakını versin!