Taha Akyol’dan bir alıntı yazı şöyle: “Siyasi tarihimizde kitlelerde büyük karşılık bulmuş birkaç kavramdan biri “hürriyet” ise öbürü “adalet”tir. 
Bunlar eksik olduğu için sürekli talep edilmiştir.
1930’larda rejimin “diktatör manzarası” taşıdığını Atatürk de söylemişti. O ortamda kurulan Serbest Fırka, ismindeki “Serbest” (özgür) kavramıyla halkın büyük desteğini kazanmış, ama kapatılmıştı.

27 Mayıs darbesinin uydurma mahkemeyle verdiği idam ve müebbet hapis kararları... Yeni kurulan partilerden birinin adı “Adalet”ti, 1965’te yüzde 52 oyla iktidara gelecekti. 28 Şubat rejimi ülke üzerine bir kâbus gibi çöktüğünde, kurulan partinin adı “Adalet ve Kalkınma” idi. Merkez sağ da tasfiye olduğu için, iktidara geldi, 15 yıldır iktidardadır.”

Yazımın başında peşin peşin düşüncelerimi yazıyorum ve CHP’nin organize ettiği Adalet Yürüyüşü’nü tasvip etmem mümkün değil diyorum. Neden mi? Yazılanlardan anladığım kadarıyla (Basından aldığım örnekler bu düşüncemi doğruladığını göreceksiniz) yürüyüş sanki FETÖ tutuklularını korumak gibi bir algı oluşturdu bende. Ve, PKK ve onun siyasi uzantısı HDP yürüyüşün başarılı olması için sanki dua ediyorlar ve belki de yürüyenler içinde varlar.

Bu peşin düşüncelerimi doğrulayan ifadeleri alıntı yaparak karşınıza getirmek istiyorum: Başlık tırnak içerisinde ve PKK’lı ‘Hüseyin Ali’ takma adıyla Özgür Politika gazetesinde yazan PKK yöneticisi Mustafa Karasu’ya aittir. Bu eşkıya yöneticisi, Kılıçdaroğlu’nun başlattığı Adalet Yürüyüşü’ne destek veriyor.  

Mustafa Karasu, “Adalet arayışçılığında demokrasi ittifakına” başlıklı yazısında “CHP, Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasından sonra bıçak kemiğe dayandı diyerek bir Adalet Yürüyüşü başlatmıştır. Bıçak kemiğe dayandı denilmesi, Tayip Erdoğan- Devlet bahçeli faşist iktidarının tüm uygulamalarının artık kabul edilemez hale geldiğinin ifadesidir. Zaten bu faşist iktidarının Türkiye’de yeni bir hegemonik sistem kurmak için baskısını artırması, adaleti ortadan kaldırır” ifadesi kullandığını görüyoruz. 40 yıldır Türkiye’yi bölmek isteyip acımasızca, hunharca, canavarca 40 bin kişinin kanına girmiş canilerle beraber benim yürümem asla mümkün değil. Kusura kalmayın.

Bu cani yönetici sözlerinin bir başka bölümünde şöyle diyor:  “… Bu, gelecek için uyarı anlamı da taşır. Ancak şu anda öncelikli olan yaklaşım, bu yürüyüşün başarıyla sonuçlanmasını istemektir… Adalet arayışçılığı demokrasi rüzgarı haline gelecek, Tayip Erdoğan’ın saltanatına son verebilecektir.” 

Siyaset siyasetçilerin işi ama bana düşen iktidar kötü idare ediyorsa sandıkta veririm oyumu sandığa gömerim onu. Demokrasinin olmazsa olmazı budur kardeşim. Görüyorum, beni diktatörlükle değil demokrasi ile idare edecek olanı seçerim. İstediğim gibi vekalet edemeyeni sandıkta boğar yok ederim.

Sözcü gazetesi yazarı Saygı Öztürk’ten bir bölüm: “Olağanüstü Hal Yasası’na (OHAL) dayanarak 150 bin kamu görevlisi Fetullahçı Terör Örgütü’yle (FETÖ) bağlantılı olduğu gerekçesiyle meslekten çıkarıldı. Atılanların hemen tüm hakları yandı…” Kanunlara göre, hakimler ne gerekeni yapmalı. Mağdurlar olabilir mi? Olabilir. Ben bu konuda mağdurlarla ilgili bir köşe yazısı da yazdım. Ancak adamlar öyle çöreklenmiş ki her yerde ve her şartlarda adamları var. 40 yılın halı dokur gibi işlenmesi ve hiçbir teşkilatta olmayan gizlilikle. Onun için mağdurların mağduriyetlerinin giderilmesi zaman alacaktır. Ama ağır işleyişine ben de katılmıyorum ve hızlansın diyorum. Saygı Öztürk’ün sözleri yürüyüşün içinde FETÖ tutuklanmalarının da olduğu algısı bende oluşuyor.

Emre Kongar da Adalet Yürüyüşü’ne ne yapıldığı ve HDP’nin yürüyüşteki yeri hakkındaki görüşlerine bir bakalım.
““Şeytanlaştırmak” (demonizing) siyaset ve iletişim bilimlerinin çok sık kullandığı bir terimdir: Muhalifini, yerleşik inançlar, özellikle de din ve milliyet üzerinden suçlayarak değersizleştirmek, mahkûm etmek anlamına gelir. 

Ülkemizde Erdoğan-AKP iktidarı, bütün muhaliflerine karşı bir“şeytanlaştırmak” stratejisi uyguluyor: 16 Nisan’da Parlamenter Demokratik Rejimi bitiren darbeden sonra iyice belirginleşen Tek Adam Yönetimi’nin haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizliklerine karşı Kılıçdaroğlu’nun başlattığı Adalet Yürüyüşü de bu “şeytanlaştırma” operasyonlarından nasibini alıyor (Arkadaş 16 Nisan’ı darbe kabul ediyor): İlk olarak yürüyüşün bizzat kendisi, PKK ve FETÖ olarak iki ayrı terör örgütü ile ilişkilendirilmeye çalışılıyor. Gerçeklere çok aykırı olduğu için akla ve mantığa da sığmayan bu iddia pek geçerli olamıyor. Ama özellikle HDP’nin de meşru bir siyasal parti olarak yürüyüşe verdiği destek, derhal PKK ile ilişkilendirilerek, aslında adaletten yana oldukları bilinen bazı kişi ve grupları dahi etkiliyor ve onların tepkisine yol açıyor!...” Hendekleri, özerklik ilanlarını hesaba katmazsak HDP meşru… Sevsinler…

Hülya Koçyiğit’in Hürriyet’ten İpek Özbey’e verdiği röportajdan bazı bölümlerini sizlerle paylaşmak istiyorum:  Koçyiğit, Türkiye politikasını ilgilendiren konulardan bahsetmiş. Koçyiğit sakin, şeffaf ve net düşünceleri olan, bunu açık bir şekilde ve cesur bir şeklide cesaretle söyleyebilen biri. 

Hülya Koçyiğit’in bu röportajından bazı alıntılar şöyle: “Özellikle” Başımızda bir diktatör var” söylemine katılmıyorum.” Herhalde Adalet Yürüyüşü’nün gerekçelerinden birisi, Türkiye bir diktatör tarafından idare edilir ve adalet uygulanmıyor. Diktatör ne derse o oluyor. 

Bir başka sözü: “İnsan hakları noktasında yıllarca eksiklerimiz vardı ve ne mutlu ki AKP hükümeti bu konuda önemli adımlar attı. İfade özgürlüğü diye bir şeyle tanıştık. İnsanlar fikirlerini söylemekten daha çok korkardı.” Doğru değil mi; başımızda diktatör var ama bu nasıl diktatörlükse, diktatöre isteyen istediği kadar hakaret edip küfredebiliyor.

“Gazetecilik yaptıkları için bu insanların suçlu olduklarına inanmıyorum ben. Teröre hizmet eden insanlar var. Her eline kalemi alan, her gazeteye yazı yazan gazeteci değildir.” Ben maddelerin içeriğini bilmiyorum ama Berberoğlu devletin gizli sırlarını ifşa etmekten, tam olmasa da vatana ihanetten ceza yedi. Gazeteci olduğu için değil. Devletin gizli sırlarını bir başka gazeteciye verdi o bu bilgileri yayınladı.

Dışarıdan talimatlarla yönetilen, bağımlı kılınan bir ülke olmak istemiyorum. Bana bunun işaretlerini Cumhurbaşkanım veriyor. Bir ecnebi, ülkeme hakaret ettiğinde, ben de onun gibi dimdik durmak istiyorum. O zaman istedikleri gibi bize tokat atamayacaklarını düşünüyorum.” 

Doğru şu anda Ortadoğu konusunda hem Rusya, hem de Amerika Türkiyesiz olamayacağını anladılar ve her ikisi de Türkiye’yi saf dışı bırakmaya çalışsa da tedbirli davranmakta olduklarına şahit oluyoruz. Dik durmak ve kararlı olmakla ilgili olduğunu düşünüyorum.

“Özellikle kendi canlarını yakan bir vakanın üzerine yürümeleri beni heyecanlandırmıyor. Ama ülke adına yaşadığımız bir olaydan sonra Yenikapı buluşması gibi bir toplanma olsaydı, koşturarak oraya giderdim. Ama bugün sadece Enis Berberoğlu için yürüyüp adalet istiyoruz demek eksik geliyor bana. … Ülke adına yaşadığımız bir acının, korkunun ya da dışarıdan bir baskının ardından böyle bir şey yapılmasını isterdim.” 15 Temmuz’da HDP hariç tüm partililerin meydanlarda tankların önüne yatarak direnmelerine herkes şahit. İşte PKK’nın ve onun siyasi uzantısı HDP’nin bu yürüyüşü desteklemesi, ayrıca Fetö’den dolayı tutuklananların ve görevden uzaklaştırılanların haklarını savunur görüntüsü, beni bu hareketten uzak durmam gerektiğini düşündürüyor ve bu yürüyüşe katılmıyorum. 

Bu yürüyüş hakkında kimin ne dediği ve nedenleri hakkında yazmayı düşünmemişken bir vesileyle araştırdım ve illa ki evet ya da hayır demek yerine Koçyiğit’in düşüncelerinin altına takip edebildiğim ve anlayabildiğim kadarıyla imza atabileceğimi düşündüm ve onun düşüncelerini sizlerle basından alıntı yaparak paylaştım.  Bunları incelediğimde aynı doğrultuda düşündüğüm görüşler. Bu düşüncelere sahip kişi Türkiye’de elini taşın altına koymada çekinmeyen ve topluma mal olmuş aydın bir sanatçı. Bana göre iyi bir sanatçı, iyi bir anne, iyi bir vatandaş Hülya Koçyiğit. 
Hoş kalın Temmuz 2017, Ankara. İsmet Kadıoğlu.