HALEP
Dünya'nın ilk ve en eski yerleşim yerlerinden biri olan Halep, 2012'de rejimin askerleri ve muhalif güçleri arasında başlayan çatışmalarla adeta yok oldu. Suriye ordusunun kendi insanına havadan gerçekleştirdiği saldırılalar binlerce kişinin ölümüne, diğer binlercesinin ise evinden ayrılmasına sebep oldu. 

Geçen yazımda Halep için yazdıklarımın devamı var yazacağım demiştim. Bu kez, basını ve sosyal medyayı tarayarak değişik kişilerin düşündükleri ve gördüklerini sizlerle buluşturmaya çalışacağım.  

Halep’in bizim için şehir olarak önemi var mıdır diye baktığımızda şunları görüyoruz. Her şeyden önce Osmanlı’nın en önemli yerleşim yerlerinden biri idi Halep. Türkçe deyimler ve atasözleri yanında edebiyatımızda Halep’i çok görüyoruz. “Halep orada ise arşın burada” gibi deyimler, Aşık Emrah’ın sevdiği kişiyi Halep’te araması, Aşık Ömer’in “İşte geldim gidiyorum şen olasın Halep şehri” beyiti, Kerem’in Aslı’sının ateşine Halep’te yanıp kül olması bu anlamdaki örneklerdir. Bu ifadeler, Halep’in, Türkçe deyimlere ve Türk edebiyatına yerleşmişliğinin örneklerindendir.

Osmanlı İmparatorluğu’nda dokumacılık önemli bir alandı. Bursa ve İstanbul’dan sonraki en önemli dokumacılığın merkezinin Halep olduğunu görüyoruz. Yine o dönemlerde İstanbul’dan sonra en büyük kuyumculuk çarşısı olan şehir ve ticaret merkezi Halep olmuştur. Halep klasik bir Osmanlı şehridir. Halep; İstanbul, Bursa ve Konya’nın benzeri olan bir Osmanlı şehridir. 

Ayrıca, Kilis Halep arası 60 km. Reyhanlı Halep arası da 70 km. Halep, Türkiye sınırına ise 40 km. gibi çok yakın mesafede. Halep’teki çatışmalarda, atılan terörist bombalarının, Kilis’in, Gaziantep’in ortasına düşmeden, halkımızın güvenliğini sağlamak amaçlı, Fırat Kalkanı müdahalelerin içinde bulunmak zorundayız. Güvenliğimiz için;  Suriye’nin kuzeyinde başka bir devletin kurulmasına Türkiye asla müsaade etmeyecektir. 

Bütün dünya seyretti, Halepliler ölüme terk edildi. Havadan ve karadan atılan varil bombalarıyla Halep harabeye döndürüldü. Bu durumda Halep’teki gerçek Haleplilerin nakledilmesi gerekiyordu. Türkiye’nin gayretleriyle kısmen ateşkes sağlandı ve on binlerce Halepli taşındı.

İran’ın genişleme yayılmacılık politikasını anlamak mümkün değil. Bu konuda Yeni Şafak Gazetesi’nden İbrahim Karagül’ün şu sözlerine katılmamak mümkün değil: “Tahran’ın Suriye’deki meselesi Suriye değildir. Şam rejimini korumak değildir. Irak’ı ele geçirdi, Suriye’yi de ele geçirip sınırını Akdeniz kıyılarına kadar uzatmaktır. Yemen’i de ele geçirip sınırı Kızıldeniz kenarına uzatmaktır. En nihayetinde de Mekke’yi ele geçirip savaşı İslam’ın kalbine yerleştirmektir.”

Arif Bilgin kardeşimiz “İran, neden Allah’tan korkmuyorsun? Sorusunu sorup şöyle yazmış: “Halep'ten ilk olarak hastalar konvoy halinde çıkarılıyordu. Baştan beri Ortadoğu'daki emelleri uğruna özellikle Sünni Müslümanların öldürülmesine, her türlü vahşetin uygulanmasına göz yuman İran'ın Şii milisleri konvoya saldırdı. Konvoy geri döndü; kim bilir kaç ölü ve yaralı vardır.
Nedir bu? İnsanlığın, Müslümanlığın, Şiiliğin neresinde var?
Ey İran, tarihte senin hiç mi insanlara faydalı bir işin olmayacak; hiç mi katliamsız ayların, yılların geçmeyecek? Allah'a havale ediyoruz. O intikamı da en iyi alandır..”

Demirci Lisesi’nde birlikte çalıştığım ve Anamur’dan evli Bursa’da ikamet eden tarih araştırmacısı sevgili arkadaşım Ali Çitli’nin şu düşüncelerini yine sizinle paylaşmak istiyorum.  

“Ehl-i Sünnet Müslüman, asla yamuk duramaz. Lafı, sözü eğip bükemez. Eğip büküyorsa, İslam dışı bir hedefi vardır. Bu gün için İran ve Türkiye düşman değildir. Devletlerin çıkarları elbette ki, her zaman birbiriyle örtüşmez. Ancak Haşti Şabi ve onları yönetenler, aynen batılılar gibi düşmandır. Savaş yeni başlıyor. Birileri duracak sanıyorsa da, asla durmayacaktır. Halep’ten yeni gelen, Halepli yiğit çocuğun dediğini söylüyorum: “Halep’e geri döneceğiz.” Mekke’ye geri dönüp fethettiğimiz gibi, Allah’ın izni ile yeniden Halep’i fethedeceğiz. Bu topraklar, Hz. Muhammed(SAS) ümmetinin topraklarıdır. Ömrü olan görecektir ve görüşeceğiz, Allahu Rabbu’l alemin.”

HALEPLİ KIZDAN BİR MEKTUP
Yine sosyal medyada ve değişik kişilerin köşelerinde yazdıklarından değiştirmeden alıntı yaptığım bir kız çocuğunun mektubunu sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu mektup kime yazılmış ve ilk nerede yayınlanmış bir bilgim yok. Ancak hayali yazılmış bir mektupta olsa mektuptaki feryadı sizlerle paylaşmakta fayda olduğunu düşünerek sizlere sunuyorum.

“Ümmetin hocalarına, ulemasına… Çeşitli grupların şer’i yetkililerine… Bir zamanlar Ümmetin akidesinin derdini çektiğini iddia edenlere… Arapların eşraf ve liderlerine” diyerek başlayan,  Halep’in iffetli kızlarından birinin yazdığı çok yeni bir mektubu değiştirmeden aşağıya alıyorum…   

Ben biraz sonra tecavüze uğrayacak Halep kızlarından biriyim. Zira Vatan ordusu denen şu vahşilere karşı bizi koruyacak ne silah kaldı ve ne de erkek!
Sizden hiçbir şey istemiyorum.. Hatta dua bile istemiyorum.. Henüz konuşmaya takatim var.. Sanırım benim duam, sizin laflarınızdan daha doğru..
Sizden tek istediğim, kendinizi Allah yerine koymayın, ben öldükten sonra varacağım yer hakkında fetva vermeye kalkışmayın…
Ben intihar edeceğim! Benim Cehennemlik olup olmayışım hakkında ne dediğiniz hiç de önemli değil!

İntihar edeceğim! Geride bıraktıkları hakkında içi yanarak ölen babamdan sonra artık dayanamayacağım..
İntihar edeceğim.. Başka bir sebepten dolayı değil, sadece cesedimden şu vahşiler zevk almasınlar diye… Birkaç gün öncesine kadar Haleb’in adını bile ağzına almaktan korkanlar..
İntihar edeceğim.. Çünkü Haleb’de Kıyamet koptu. Sanmam ki daha şiddetli bir cehennem olsun..
İntihar edeceğim.. İyi biliyorum ki benim Cehennemlik olduğuma dair fetva ile uğraşacaksınız…. Sizi birleştiren tek şey, bir kız intihar etmiş olacak. Önemli değil, nasıl olsa senin annen, kız kardeşin, karın değil.. sadece bir kız işte…
Sözümün sonunda tekrar ediyorum: Fetvanızın benim gözümde şu hayat gibi, hiç bir değeri yok artık.. Onu kendinize ve ailenize saklayın siz…
Bu mesajımı okuduğunuzda artık ölmüş olacağım.
Herkese rağmen, tertemiz bir ölü..” Diyerek mektup bitiyor.

GELECEĞİMİZ ÇOCUKLAR
Sevgili Mithat Ünal da kısa az ve öz olarak şunu yazmış:
“Ey bu çocukların üzerine bomba yağdıran pilot. Emri kim verirse versin o bombanın öldürdüğü her çocuğun son katili sensin. Evine döndüğünde şefkatle çocuklarını kucaklayabiliyor musun?”

Masumiyet, bir çocuğun katliamdan önce annesine sorduğu soruda saklıydı; anne çocukları küçük kurşunla vururlar değil mi? (Sosyal medyadan)

Toprak utandı su utandı bahar kokan çocukları yıkayıp gömmekten. Ama insan dediğimiz utanmadı Halep’te çocuk öldürmekten. (Sosyal medyadan)

Kendimizi ve çevremizi zengin ve güçlü yapmak değil, ülkemizi güçlü yapmak için elimizden ne geliyorsa yapmalıyız. Türkiye, PYD’yi silahlandıran Amerika’dan, Halep’i uçaklarıyla vuran Rusya’dan, Çin’den ve birçok ülkeden güçlü olmak durumunda. Binlerce kilometre uzaktaki ülkeler, İslam topraklarına el uzatmamalı, uçak göndermemelidir. 
Hoş kalın. Ocak 2017. Antalya. İsmet Kadıoğlu.