Sosyolog Nilüfer Göle, sosyal gerçeklikleri objektif sunuyor diye ‘Babel’ filmine 
dikkat çeker; derste öğrencilerine izletecek kadarda bu yaklaşıma önem verir. “Çok önemli bir 
film. Sözünü ettiğim transversaliteyi, yataylığı çok iyi yakalıyor. Ülkeler yok orda.. tehlikeler 
var.” “…yatay ilişkiler, iç içe girişler. Tam uyuyor… iç içe giriş, şiddet getiriyor. Babel 
benim tezimin en güzel anlatımıdır…” (Mahremin Göçü, sayfa 167,168; hayykitap yayınları)
Filmin yönetmeni Meksikalı Alejandro González Iñárritu, filmin adını Tevrat’taki 
‘tekvin’ bölümünde anlatılan babil kulesi efsanesinden esinlenerek verdiğini söyler. 
Yönetmen her ne kadar Meksika’da doğup büyüse de sonuçta Hollywood’a transfer olmuştur. 
Tevrat’ta anlatılan ‘babil efsanesine’ göre başlangıçta bütün insanlar aynı dili 
konuşmakta dolayısıyla birbirleriyle iyi iletişim kurmakta, dertlerine hep birlikte çare 
bulmakta idiler. Büyük bir kule yaparak hep bir arada yaşama kararı verdiler. Böylece adlarını 
tüm aleme duyuracaklardı. Ancak Tanrı buna izin vermez; kızar ve onları bir anda farklı dil 
konuşan insanlar yapar. Böylece insanların en iyi projesi sona ermiş ve hep biradayken 
dünyanın dört bir yanına dağılmışlardır. 
Nitekim yönetmen’in filmle ilgili bir başka açıklaması şöyledir: “Babel'de, üçüncü 
dünya ülkelerinde farklı pozisyonlardaki dil engel ve sınırlarını aşarak iletişim kurmaya 
çalışan insanların çabası anlatılır. …Bu filmde iletişim kurmanın ne kadar zor olduğu; fikirler 
ve önyargıların bizleri ülke sınırlarından daha fazla ayırıp böldüğü anlatılır."( 
www.uludagsozluk.com/k/babel/) 
Fas’ın çöl ortamında evlerin belli olmadığı bir köy görüntüsüyle başlayan filmin 
konusu, Amerikalı bir karı kocanın ters giden evliliklerinin yoluna girmesi düşüncesiyle Fas’a 
yaptıkları turistik gezide yaşadıkları enteresan olaylar ve bu olaylar örgüsünün dünyanın dört 
bir yanıyla kurulan bağlantısıdır. 
ABD’li turistlerin öyküsü asıl ana kurgu olması dolayısıyla dört farklı olay örgüsünde 
merkez, dünyanın en gelişmiş ülkesi ABD’dir. ABD ve Avrupa, turistler görüntüsüyle bu 
ülkelerden başka hiçbir görüntü verilmeden anlatılır. Esasında Batılılara diğer konumdaki 
ülkelerin hali anlatılmaktadır; zira onlar için kendi görüntülerini vermenin bir anlamı yoktur. 
Bu açıdan filmin bakış açısı zaten başlangıçta ABD ve Avrupa dışındakileri 
ötekileştirmektedir. 
En gelişmiş modern dünyanın insanları olarak(aslında efendileri vurgusu yapılır) 
turistlerin, en geri kalmış ülkelerden Fas’ın onlara göre hali pür melalleri olan geri kalmışlık 
görüntülerine, onları aşağılayıcı bakışları yansıtılır. Çölde otobüsle seyahat eden turistler, bir 
anlam veremedikleri çarşaflı kadınların toz duman içinde yaya olarak yürümelerini şaşkınlık 
ve küçümsemeyle izlerler. 
Fas’lı iki çocuğun vurdumduymazlıkla babalarının keçileri çakallardan korumak için 
aldığı silahla ettikleri ateşle kör kurşun misali kurşun otobüsteki ABD’li turist 
Richard’ın(Brad Pitt) eşi Susan’ı(Cate Blanchett) boynundan yaralar.
ABD’li turist, çölün ortasında vurulan eşine nasıl yardım çağıracağı bunalımına girer. 
Fas’lı yerli vatandaşın ifadesiyle tedavi merkezlerine oldukça uzaktırlar. En yakın yer bir 
buçuk saatlik sağlık merkezidir. ABD’li kahraman derhal konsolosluğa haber eder.  ABD’li 
yöneticiler olayı ön yargıyla terör saldırısı olarak dünyaya duyururlar. 
İç içe girmiş kırık dökük toprak evler, yollar toprak ve toz duman. Duvar diplerine 
çömelmiş Fas’ın perişan kılıklı geri kalmış insanları, meraktan üşüsen bakımsız çocuklar… 
Bunlar eşliğinde kapıdan kapıya geçerek ulaşılan karanlık bir oda ve burada onları bekleyen 
yerel kıyafetli yaşlı bir kadın. Bir süre sonra bisikletle gelen yöreye uygun kıyafetli doktor, 
aslı bir veterinerdir. İlkel şartlarda yaraya dikiş atar. ABD’li çaresiz kocanın tek umudu Fas 
hükümetinin göndereceği ambulanstır. ABD’li yaralı kadının şifa bulması için yaşlı kadın 
yerel ve geleneksel uygulama gereği bir çubuk yakıp kadına içirerek acısını dindirmek ister. 
Hemen sonrasında Fatiha suresini okuyup dua eder.
Diğer turistler tahammülsüzdür. Çaresiz koca Richard’ı, yaralı eşiyle çölün ortasında 
bırakıp giderler. Üstelik umutla beklediği ambulansın Fas’lı yerel yetkilinin bildirimiyle 
hemen gelemeyeceğini öğrendiğinde ABD’li koca sinir krizlerine girer.
Fas polisi yıkık dökük kendi ülke kasaba ve köylerine derhal lüks arabalarla ulaşıp 
olayı araştırır. Devlet, merkezde imkanlara sahipken ülkesini ve vatandaşını yoksulluk, 
yoksunluk içinde bırakmıştır. Ve Fas polisi çok sert ve acımasızdır. Kardeşlerden biri 
acımasız polis kurşunuyla ölür.  
Olayın terör saldırısı olmadığı anlaşılması sonrası güçlü ABD, çölde çaresiz kalmış 
vatandaşını helikopterle aldırıp Fas’ta hastanede ameliyata aldırır. Üçüncü dünya ülkesi Fas’ta 
da olsa hastane artık Batı’dır. Koridorlar, kapılar, ameliyathane girişleri artık batılıdır. Fas’lı 
olmasına rağmen doktoru Batı insanından ayıramazsınız. 
Filmde Ana konu bu iken bağlantılarla Meksika’ya ve Japonya’ya geçişler yapılır. 
Meksika bağlantısı doğal ve gerçekçidir. Asya yada Afrika ülkesi olmadığı halde Meksika’nın 
hali pür melali de pek iç açıcı değildir. Kendi yerellikleri ve dünyaya hakim Batı kültürü iç 
içedir. Düğünde çocuklar gözüyle bu iyi yansıtılır. Danslar, kutlamalar, alkışlar, Batı kültürlü 
çocuklara uyar ve bunlara eşlik ederler. Farklı düğün geleneklerini ve uygulamalarını 
çocuklar yadırgayarak izlerler. 
Çocukların bakıcısı Meksikalı Amelia, (Adriana Barraza) sert ve katı ABD polisinin 
tutumu karşısında ABD’li kahramanın Afrika çölünde çaresiz kaldığı gibi Meksika çöllerinde 
çaresiz kalır. ABD kendi vatandaşına sonuçta helikopter göndererek kurtarırken aynı ABD, 
Meksikalı kaçak çocuk bakıcısına tahammülsüz ve sert davranır. Polis, psikolojik ve maddi 
olarak zor durumda olan kadına yardımcı olmak yerine sınır dışı eder. 
 Çocukların(Ahmed (Said Tarchani) ve Yusuf (Ebubekir el Ceyd)) ateş ettikleri silah 
Japonya’dan Fas’a safariye gelen zengin bir Japon’a aittir. Bu silahı iyi anlaştığı ve çok 
yardımını gördüğü yerel rehberine hediye eder. Bu bağlantıyla Japonya’ya, bu Japon’un sağır 
ve dilsiz kızının yaşamına geçişler yapılır. Bu ilgi kuruşlar geçişler doğal ve gerçekçi değildir. 
Burada bariz şekilde sırıtır. Japonya’nın, Batıda bulunmadığı ve farklı bir kültüre sahip 
olduğu halde Batı gibi gelişmişliğine vurgu yapılır. Rezidansın 31. katından Tokyo, New 
York kadar modern, canlı ve ışıltılı görünür. Japon insanının yaşadığı mekanlar Batıdan 
farksızdır. Keza eğlence dünyası aynı şekilde. Diş doktoru ve polis şefinin sağır ve dilsiz kızın 
cinsel kışkırtılarına uymayıp doğru davranışta bulunmaları sosyal statü konumundaki 
Japonların ahlak anlayışlarına işaret etmektedir. 
Film, insanların birbirleriyle iletişimi ana temalı olduğu öne sürülse de Batı dünyasının 
kendinden ve kendi kültüründen olmayanlara bakışını gerçekçi sergilemekte. Meksika’nın 
kendine has kültürel yerellikle birlikte eksik gelişmişliği ile batılı görüntüsü, kendinden 
olmayan çok uzak doğudaki Japonya’nın harika modernizmine, kalkınmışlığına şaşkın bakış 
ve namaz kılarak ibadet eden böylece sırtına İslam kültürü yapıştırılmış insani değerlere sahip 
olmakla birlikte ilkel ve geri kalmış İslam dünyasının yıkık dökük ülkeleri ve çaresiz ser sefil 
halleri doğal ve gerçek coğrafik görüntülerle verilmekte.
Faslı çocukların(Ahmed (Said Tarchani) ve Yusuf (Ebubekir el Ceyd)), Meksikalı 
bakıcı Amelia’nın(Adriana Barraza) ve sağır ve dilsiz Japon kız Chieko’nun (Rinko Kikuchi) 
oyunculukları gerçekten harika. 
Japonya’ya zorlama geçişler olmakla birlikte kurgu ve görsel olarak güzel bir film 
Babel.