“Bal tutan parmağını yalar” denirse…

Abone Ol

“Bal tutan parmağını yalar” denir, içinde bulundukları konumlarından yarar sağlayanlar için… Harcadığı emeğin karşılığının da ötesinde, adına “haksız kazanç” denmesini umursamadan! Bunu da kendinde “hak” sayar, başkalarına zarar verip vermediğine gözlerini kapatarak! Bir işi vardır! İşinde güçlüdür! Her şeyi yapmaya olanağı da var! En önemlisi de,toplumda böyle bir algı da yaygın…

Yurttaşın oyuyla seçilebilmek için her şeyi göze almışsın, yasal kazancının toplamının üzerinde harcama yapmışsın, göreve gelince de harcamalarını katlayacak kazanç sağlayabilmek için engel de bırakmamışsın… Bala dokunmuşsan, parmaklarını bala bandırmışsan, burada olabilmek için kesenin ağzını da açmışsan bundan “en iyi” biçimde yararlanacaksın! Kim karışabilir, kim parmağını yalamanı durdurabilir ki? Her şeyin hazırlığı “benim memurum işini bilir” özgüveni değil mi?

***

“Benim memurum işini bilir” olunca, akan sular durduruldu! Çalışan “işini” bilecekti! Orada olmanın “gücünü” çok iyi kullanacaktı! Ücretli çalışan açlık sınırı altında aylıkla yaşamını sürdürüyormuş; kime ne ki? O da bir yolunu bulup “işini” bilmeliydi! Verilen ürünün kıyısından/ köşesinden azaltmalıydı, “taklit/ tağşiş” ürünler piyasaya sürmeliydi, serbest piyasanın kaçamaklarından yararlanıp bir yana koymalıydı, ürünün niteliğini değil “işini” bilmeliydi; bu denli açık, bu denli olay net…

Yoksa insan çalışarak, “hakkını” öne çıkararak, “hak” olmayana sırt dönerek, “işini” bilmeyerek ne elde edebilir ki? “Yaşıyorum” der yaşayamaz, “doymak” ister doyamaz, çocuklarını sevindiremez, çevresinde bilinemez, bir konuk ağırlayamaz, gereksinmelerini karşılayamaz! Bal tutuyorsa parmağını yalamalı, bulunduğu yerde “işini” bilmeli!

***

Bugün sokaktaki yurttaş bu öğretiyle karşı karşıya; işini bilmezsen ayakta kalamazsın! Biri gelir omzuna çöker, olduğun yer sindirir, beklenmedik olayların içine sürükler; karşı koyamazsın! Zaman zaman ülkenin “hukuk sisteminden, adaletten” söz ederken, asıl bu tür çürümüşlüğün yaşanmasına olanak tanınmasını görmezden gelen, kapı aralayan olgulardı…

Son günlerde yaşanan benzeri olaylar var… Medyada hangi “becerilerini” kullandığı tartışılan bir isim, yönetici olmasının ardından yaşananlar tüyleri ürpertse de, “perşembenin ne getireceği, çarşambadan belliydi” oysa! Çalışanlara mobbing uygulamaktan tutun, çıkar amaçlı bir dizi “çirkin” yaşanmışlıklara değin her gün bir başka parçasıyla karşı karşıyayız! Ne de olsa o kurumda “güçlü”, arkasında “daha güçlü” isimlerin de olduğu ileri sürülüyor, öyleyse “işini” bilmesinde hiçbir engel yok demektir! Herkesi sindirebilir, herkesi kullanabilir, herkesin üzerinde oyunlar kurabilir, herkesi önünde eğebilir!

***

Bunun benzerlerini yıllarca kamuda kimi zaman duyduk, kimi zaman da medya üzerinden öğrendik! TBMM’nde yaşananlar bir başka “işini bilmek” ya da “bal tutan parmağını yalar” sözlerinin örneği… Bu yurdun yurttaşı meclise güvenmeyecek de nereye güvenecek? Yurttaş, iki seçim arası/ beş yıllık süre boyunca bu ülkeyi/ insanlarını onların eline bırakıyor, yönetsinler/ eşit bölüştürsünler/ haksızlığa karşı koysunlar/ insanları doyursunlar/ erinci sağlasınlar/ gönence ulaştırsınlar diye…

Olanları duydunuz… Aylar öncesinden beri bilgiler geliyormuş, meclis lokantasında çalışan bir grup/ gelen stajyer öğrencileri aralarında paylaşıp, uygunsuz/ çirkin/ çürümüş yaklaşımda bulunuyorlarmış! Seçimle işbaşına gelen “işini” bilirken, kamuda çalışan “işini” bilirken, medya yöneticisi “işini” bilirken, lokantada çalışan da “işini” bildiğini göstermek istiyor sanırım! Bir avuç “çürümüş”, insanlıktan “payını” almamış, “doymak” bilmeyenler yüzünden yaşamları kararanların “tek suçu” güvenmek olmalı sanırım! Suçları “işlerini” bilmemek, karşılarında duran insan benzeri canlılara inanmak olmalı…

***

İstediğinizce çığlık atın, istediğinizce bu yurdun emekçileri doymalı, bu yurdun verimli toprakları ekilmeli, üretim toplumu olunmalı/ hakça bir sistem kurulmalı diye direnin; ülkeyi “işini bilenler” yönetince “at izi/ it izine” karışıyor böyle! Neden çocuklara “dürüst ol” demek yerine “akıllı ol/ işini bil” öğünü veren bir toplum olduk, onu düşünün… “Akıllı olup/ işini bilince” sorunlar çözülecek mi, çürümüşlük bilecek mi, yaşamın tadı olacak mı?

Bugün yaşanan örnekler yalnızca “orada olanlar” olarak düşünülecek olaylar değil, bir yakıcı/ kavurucu/ çürütücü sistemin dışa vuruş biçimi. Balı tutanların parmağını yalamayı hak saydığı, “yetki” verilenin “işini bildiği” bir yerde ne haktan, ne hakça dağılımdan, ne de emeğin değerinden söz edilebilir! Son gelişmelerin içinde bunu görmüyor muyuz? 141225