Nükleer enerji, uygun fiyatlı, güvenilir ve sürdürülebilir elektrik ve ısı sağlayabilme özelliği sayesinde dünyanın sürekli artan enerji talebini karşılamak açısından bilim insanları tarafından çok önemli bir kaynak olarak gösteriliyor. Dünya Nükleer Derneği’nin raporuna göre, küresel sorunların çözümünde doğru adres nükleer enerji.

Nükleer enerji kullanımı artırılmadan küresel sorunlarla mücadele edilemeyeceğine ve iklim değişikliği konusunda en büyük çözümün yine bu kaynak sayesinde olacağına dikkat çekiliyor. Ancak, nükleer enerji ile ilgili mitler ve yanlış bilgiler, bu enerji kaynağına hak ettiği değerin verilmesinin önündeki en büyük engel olarak görülüyor. Dünya Nükleer Derneği’nin (WNA) geçtiğimiz günlerde yayınladığı “Riskin Rekalibrasyonu: Nükleer Riskin Bir Bağlam ve Perspektife Oturtulması” başlıklı rapor, nükleerin toplumdaki algısıyla ilgili sorunun çözülmesinin, dünyanın geleceği için atomun müthiş potansiyelinin kilidini açabilecek anahtar olacağını ortaya koyuyor.

“İklim değişikliği ve diğer küresel zorluklarla ilgili harekete geçme fırsatı hızla kaçıyor. Efsaneler yüzünden nükleer enerjinin katkısını artırmayı geciktirmemeliyiz” denilen rapora göre, nükleer, 24 saat elektrik üretmenin en düşük riskli, en sürdürülebilir ve en ekonomik yöntemi. Raporda, algıların aksine son derece güvenli bir enerji kaynağı olan nükleer enerjinin yerine alternatif enerji kaynaklarının, özellikle de fosil yakıtların kullanılmaya devam edilmesinin iklim değişikliği ve hava kirliliğine sebep olduğu, bunun da kamu sağlığı açısından çok daha büyük risk oluşturduğu uyarısı yapılıyor.

Gerçekle algı arasındaki uçurum

Nükleer enerji alanında gerçeklerle kamuoyu algısı arasındaki büyük uçurumun altında, popüler kültürün radyasyona bakışının yattığı belirtilen WNA raporunda, Godzilla, Yeşil Dev ve Simpsons gibi yapımların, nükleer santrallerden yayılan radyasyonun üç gözlü balıklar gibi bilimsel olmadığı kesin olarak saptanmış sonuçlara neden olduğunun gösterilmesinin gerçeklerle algı arasındaki farkı açtığı ifade ediliyor. Raporun başyazarı ve aynı zamanda Dünya Nükleer Derneği’nin Halkla İlişkiler Müdürü John C.H. Lindberg’e göre, insanların risk algısını gerçekler değil, duygular, imajlar ve birtakım farklı sezgi ve önyargılar şekillendiriyor. “Son 50 yılda kamuoyunda nükleer hakkında yapılan tartışmalara nükleer karşıtı lobinin korkutucu ve sansasyonel söyleminin hükmettiği düşünüldüğünde, insanların radyasyondan korkmaması daha şaşırtıcı olurdu” diyen Lindberg, psikolojik açıdan bakıldığında bu korkunun “mantıklı” bile olduğunun söylenebileceğini, zira, risklerin büyük çoğunluğunun öğrenilmiş ve sosyalleştirilmiş olduğunu belirtiyor.

“Uykuda yayılan radyasyon 10 kat fazla”

Toplumu nükleer enerji hakkında yanlış bilinen gerçekler hakkında bilinçlendirmeyi amaçlayan rapordaki en çarpıcı açıklamalardan biri de radyasyon riski üzerine yapılmış durumda. Bu açıklamada, 10 muz veya 2 Brezilya cevizinin yenmesinin bir sene boyunca bir nükleer güç santrali yakınlarında yaşandığında alınabilecek radyasyonla aynı olduğu, insanların da radyoaktif olduğu vurgulanıyor. Bir sene boyunca her gece birinin yanında yatarak maruz kalınan radyasyon miktarının aynı süre boyunca bir nükleer santral yakınında yaşanmasıyla maruz kalınacak radyasyon miktarından 10 kat fazla oluşu ise rapordaki çarpıcı tespitlerden biri.

Rapora göre, radyasyon yaşamın doğal bir parçası ve hepimiz her gün radyasyona maruz kalıyoruz. Bu radyasyonun en büyük kaynağı da yerkürede bulunan radon gazı. Radonun radyasyon kaynakları içerisindeki payı yüzde 48. Bunu yüzde 14 ile binalar ve toprak; yüzde 12 ile gıda ve su takip ediyor. Burada kozmik radyasyon yüzde 10, toron gazı ise yüzde 4 paya sahip. Radyasyon kaynakları içerisinde en düşük pay ise yüzde 0,04 ile nükleer atıkların.

Hava kirliliğine bağlı 9 milyona yakın erken ölüm

Halihazırda dünyadaki toplam enerji tedarikinin yaklaşık yüzde 81’ini karşılayan fosil yakıtların hem sera gazları hem de hava kirleticiler anlamında önemli seviyede emisyona sebep olduğunu belirtilen WNA raporuna göre, “Hava kirliliğinin yol açtığı ciddi ve kronik sağlık ve çevre sorunlarına karşın, hava kirliliği genelde ekonomik kalkınmanın kaçınılmaz bir sonucu olarak düşünülüyor”. Sadece 2018 yılında tahmini 8,7 milyon kişinin erken ölümüne hava kirliliğinin neden olduğu belirtilen raporda, “Buna rağmen, hava kirliliği, insanlarda nükleer enerjinin oluşturduğu korku ve endişeye sebep olmuyor. Kaza anlamında bakıldığında ise hidroelektrik en tehlikeli elektrik üretim kaynağı. Bunun da sebebi çoğunlukla yıkılan barajlar ve bunun meydana getirdiği taşkınlar” deniliyor. Örnek olarak, 1975 yılında yıkılan Çin’deki Banqiao Barajı’nın en az 26 bin kişinin boğularak ölmesine neden olduğu, kazanın ikincil etkileri sonucunda da 150 bine yakın kişinin hayatını kaybettiği belirtiliyor. Raporda ayrıca, Çernobil kazasının neden olduğu radyasyon sonucu öldüğü kesin olarak tespit edilen kişi sayısının 54 olduğuna da dikkat çekiliyor.

“Korku, anlamayı güçleştiriyor”

Rapora göre, “radyasyon fobisi” nükleer enerji kullanımının artmasına engel olan önemli unsurlardan biri. ABD’nin Ohio Eyalet Üniversitesi Nükleer Mühendisliği Bölümünde Araştırma Görevlisi olarak çalışan Gülçin Sarıcı Türkmen, Akkuyu Nükleer Güç Santrali’ni inşa eden Türkiye dahil pek çok ülkede toplum nezdindeki önyargıların çok çeşitli sebepleri olduğuna dikkat çekiyor ve radyasyon korkusunun ilk sıralarda yer aldığını belirtiyor. Türkmen, “İnsanoğlu var oluşundan itibaren bilinmeyenden ve göremediğinden korkma eğilimi göstermiştir. Radyasyon da bu konuda benzer bir korkuya yol açıyor. Bu korku da anlamayı, dinlemeyi güçleştiriyor. Duygusal tepkiler ve komplo teorileri gerçeklerin önüne geçiyor. Önyargıları, mitleri, korkuları gidermenin yolu gerçeklerin her fırsatta anlatılmasından geçiyor” dedi.

Yurt dışında nükleer enerji kavramına anaokullarından başlayarak eğitim sisteminde yer verildiğine dikkat çeken Türkmen’e göre, eğitim başlı başına bir çözüm getirmese de toplum bilincinin arttırılarak anti-nükleer kesimlerin kamuoyuna yanlış bilgilerle yönlendirme yapmalarını engelleyebiliyor. Türkmen’in bu konudaki yorumu şöyle: “Yapılan psikolojik ve sosyolojik çalışmalar, mevcut riskleri anlamlandırma ve toplum algısının oluşumunda temel faktörlerin gerçek bilgilerden ziyade duyguların, ve güven duygularının olduğuna işaret ediyor. Bu noktada sadece eğitimin, yanlış bilinen doğruların düzeltilmesinin yanı sıra toplum algısının değişmesi için düzenleyicilerin disiplinler arası ortak çalışmalar yürütmesi, doğru stratejiler belirleyip o yönde ilerlemeleri şart.”

“Nükleer olmadan sıfır emisyon hedefine ulaşılamaz”

Uluslararası Enerji Ajansı’nın mayıs ayında yayımladığı "2050’de Sıfır Emisyon: Küresel Enerji Sektörü için Yol Haritası" özel raporuna göre, sıfır emisyon hedefine ulaşmak için fosil yakıtlarla çalışan yeni tesislerin işletmeye alınmasının kısıtlanmasının yanı sıra enerji tedarikinin de kesintisiz ve herkesin erişebileceği şekilde sürdürülmesi de şart. Dünya Nükleer Derneği’nin raporunda bu konu hakkında da “Nükleer enerji, hava kirleticilerinin ve sera gazlarının yayılmasının önlenmesinde çoktandır önemli bir rol oynamakta olup küresel enerji kaynaklarının 2050 yılına kadar karbondan arındırılmasını sağlamak için bu rolün büyük ölçüde artırılması gerekecektir. Nükleer enerji, düşük karbonlu bir geleceğe geçişin adil bir şekilde yapılmasının sağlanmasında da önemli bir rol oynayacak ve dünyanın dört bir yanındaki insanlara yüksek enerjili ve sürdürülebilir bir gelecek sağlayacaktır” ifadelerine yer veriliyor.