Aktüel olaylarda olduğu gibi tarihi olayların kayıt ve gelecek nesillere aktarılmasında 
da devlet mekanizmasının korunması ve sürdürülmesi açısından bazı olumsuz sonuç 
verme ihtimali olan hadise ve gerçekler ya tamamen gizlenmiş yada yüzeysel bahislerle bir 
anlamda geçiştirilmiştir. Güncelde bu yaklaşım ve uygulamalar elhak doğrudur ve bazı kritik 
durumlarda da zorunludur. Ama üzerinden uzun yıllar geçip tarih olmuş, tarihi olayların 
ısrarla adeta sansürlenmesi çağdaş dünya anlayışına uygun düşmemektedir. 
Buradan Peygamber Efendimizin(sav) bir hadisinde müjdelediği bugünler 
yıldönümünü yaşadığımız İstanbul’un fethine geliyorum. İstanbul’un fethi elbette dünya ve 
Türk tarihi açısından çok önemlidir. Anadolu’nun garantisi, Balkanların elde tutulmasının 
dayanağıdır. 
Bahsedildiği üzere fethin, zihinlerde bazı işaret bırakan yönlerini de objektif olarak
konuşmak, tartışmak gerekir. 
Bilindiği üzere Osmanlı, beylikten devlet konumuna geçişte başlangıçta Batıya 
başlattığı seferlere devam etmiş ve bir süre sonra İstanbul dışında tüm Balkanlara sahip 
olmuştu. İlk kuşatmanın yapıldığı Yıldırım Beyazıt zamanından itibaren coğrafya buydu. 
Osmanlı devlet erkanının hedeflediği, İstanbul’u bir kenarda adeta bekletip haçlı zihniyetini 
uyandırmadan Balkanlarda mümkün olduğunca Avrupa içlerine kadar gidebilmekti. Zamanla 
kolay bir lokma durumuna gelen ve Efendimizin hadisiyle fethedileceği haber verilen 
İstanbul’un fethi, İslam aleminde kendilerine popülerlik ve büyük güç kazandırması açısından 
Osmanlı padişahlarını hep iştahlandırmıştır. Buna rağmen Osmanlı devlet iradesi, tüm 
Avrupa’nın haçlı zihniyetiyle kendilerine yönelme tehlike olasılığını göz önünde tutarak 
kuşatmalarla Bizans’tan tavizler koparmayı fethe yeğlemiştir.
 Genç sultan İkinci Mehmet, artık malum sebepleri hiçe sayarak “ya ben İstanbul’u 
yada İstanbul beni alır” sözüyle fetihte kararlılığını açık ve net olarak ortaya koymuştur. Son 
kuşatmayı yapan babası ile şartlar ve konumlar aşağı yukarı aynı iken Fatih’i devlet erkine 
rağmen fetihte ısrar ettiren sebep yada sebepler nelerdi? Bunun cevabını, babası İkinci 
Murat’ın çocuk yaşta tahtı ona bırakmasında ve Fatih’in fethin hemen sonrası veziri azam 
Çandarlı Halil paşayı idam ettirmesi ile yönetim uygulamalarında aramak gerektiğini 
düşünüyorum. Yazımızın başlığındaki sorunun cevabını da aynı sebeplerde aranmalıdır. 
Bu bağlamda Çandarlı’nın Sultan Fatih’i koltuğundan edip yerine babasını getirdiği 
bundan dolayı ona kin beslediği ve fetihle gücü tamamen ele geçirince ondan intikam aldığı 
anlatısı çokta gerçekçi değil. 
Osmanlı, Bey’in tek başına anti demokrat olarak yönetemediği Beylik’ten gelmişti. 
Öyle ki Osman Gazi’nin, beylik toplantılarında ona daima muhalif olan amcasının bu 
tavrından çok rahatsız olduğu söylenir. 
Devlet organizasyonu konumuna geldiğinde, beylik yönetim anlayışı devam etmişti. 
Türk beyliklerinin birleşiminden güçlenmiş büyük devlet olarak beylikte ileri gelenlerin 
yerine devleti oluşturan beylikler geçmişti. Çandarlı ailesi başlangıçtan itibaren bürokrasi ve 
finansman olarak Osmanlı devletine büyük hizmetler sunmuştu. Devleti güçlü kılan devşirme 
usulü yeniçeri ordusunu Çandarlı Kara Halil paşa kurmuştu. 
Osmanlı fetihle itibaren, birlikte yola çıktığı asıl Türk ailelerini ve Türk beyliklerini 
geri planda tutacak bir imparatorluk uygulamasına geçmişti. Fatih’in kendini Bizans 
imparatoru olarak ilan ettiğini burada hatırlatalım. 
Çandarlı’nın fetihle birlikte tutuklanıp hemen sonrasında idam edilmesi, Çandarlı’ya 
şahsi bir sorundan kaynaklanmayacağı aslında aşikar. Kişisel olsaydı müdahale Çandarlı’nın 
şahsına münhasır kalır, tüm Çandarlı ailesine münhasır kılınmazdı. Yönetimsel olarak aile 
tamamen dışlanmış ve devletten zengin olan ailenin tüm mal varlığına el konulmuştur.
Osmanlının Türk ailesine mensup son sadrazamı, idamına kadar Çandarlı Halil 
paşa olmuştur. Sonraki tüm sadrazamlar genellikle devşirme kökenlidir. Devlet üst düzey 
yönetiminde de fetihle birlikte Anadolu Türk ailesine mensup devlet erkanına pek rastlanmaz. 
Taht mücadelelerine alternatif olma ihtimali düşünüldüğünde İkinci Murat’a tahtı 
bıraktıran, güçlü ve kalıcı devlet hedefinde Osmanlı devlet iradesinin, İstanbul’un fethi gibi 
sultanı güçlü kılacak bir olaya ihtiyacı vardı. Devlete sadık Türk ailesi olarak Çandarlı dışında 
tüm devlet erkanı öncekilerin aksine İstanbul’un fethinde ısrarlıydı. Günümüzdeki ifadesiyle 
İstanbul’un fethi genel seçimleri yüzde 80-90 oy oranıyla kazanmaktı. Böyle bir seçim 
başarısının verdiği sonucu fetih fazlasıyla veriyordu. 
İmparatorlukta kararlı Osmanlı devleti, bu yolda ihtimal ki engel olabilecek kendi 
öz çocuğunu hatta aile olarak bir kolunu yine devletin geleceği ve devamı için feda etmişti. 
Hatırlayalım ki Osmanlı devlet iradesinin hedefi kendi deyişleriyle ‘devlet-i ebed müddet’ti.