Can ciğer kuzu sarması idiniz.

            Bazılarınız Pensilvanya’yı su yolu etmiştiniz.

            Afrikalı çocukların Türkçe şarkılarından duygu seline kapılıp hep beraber ağlaşıyordunuz.

            Biri birinize övgüler diziyordunuz.

            O, “mümkünse ölüleri de diriltip oy kullandırın” derken,  siz en yüksek perdeden teşekkür mesajlarınızı okyanus ötesine gönderiyordunuz.

            “Hizmet” denince “Hoca, hoca, hoca” diye tempo tutuyordunuz.

            “Hocaefendi” hitabını özenle kullanıyordunuz.

            O, 28 Şubat döneminde ekranlara düşen dinleme kayıtlarında “devletin bütün hücrelerine sızın” talimatını verdiğinde, bazı cemaat mensuplarına açıkça, “kimsiniz kardeşim, devleti yönetmeye bu kadar hevesliyseniz parti kurun, ortaya çıkın, din adına ahkâm kesip devleti bütün kurumlarıyla abluka altına alma hakkını size kim veriyor?” diye soran;

            “İktidar tecezzi (bölüşme, paylaşma) kabul etmez!” sözünü yazılarında bir değil, birkaç defa tekrarlamış

birisi olarak;

            Seçimle işbaşına gelmiş hükümetin “paralel” devlet diye bir yapıyı kabullenmemekte gösterdiği direnci elbette sonuna kadar haklı bulurum.

            Siyasi iradenin, eğer sızma varsa, - ki öyle olduğu varsayılıyor- sızılan kurumlarda temizlik yapmasına da bir şey diyemem.

            Ama;

            Kendilerinin “Hizmet” diye adlandırdıkları, sizin son zamanlarda “çete” ,  “örgüt” diye tanımlayıp üzerine çullandığınız bu yapının halkın belli kesiminde ve kendi çizginizde saygı ile karşılık bulduğu bu yapıyı en ağır hakaretlerle tu-kaka etmenizi anlamakta güçlüğümüz var.

            Ne oldu da;

            “Hocaefendi”, “Allah dostu”, “muhterem Fetullah Hocaefendi” diye yere göğe sığdıramadığınız bu zatı:

            Şimdi:

            Sahte peygamber,

alim müsveddesi,

haşhaşi,

kasetçi,

çete reisi...

oldu ?

            “Haşhaşi” dediniz kesmedi, yafta üstüne yafta yapıştırdınız.

            “Örgüt” dediniz, “çete”  dediniz,  inlerine gireceğinizi söylediniz.

            “Ne istediniz de vermedik?” derken, o inleri ellerinizle kazan siz değil miydiniz?

            Ard arda sıraladığınız hakaretler yetmemiş olmalı ki;

            O’nu kendi memleketinde, kendi hemşerisine vurdurup,

            Sonunda;

             “Şeytan” sıfatını yapıştırdınız!

            “Şeytan taşlamaktan vakit bulamıyoruz ki…”

            Taşlayan belli de, taşlananın kim, ya da kimler olduğunu tahmine bile gerek yok!

            Olmadı!

            Devlet ağzına yakışmadı!