Türkiye’de görev yapan bir Alman konsolos arkadaşım, Güney Amerika’da akrabalarını ziyaretiyle ilgili bir anısını anlatmıştı:
Çocuklar yaramazlık yapınca, akrabaları: “Türkler Geliyor! Sizi Türklere Veririm!” diye onları korkutmuş; Alman arkadaşım çocuklara dönük bu korkutucu tehdidi duyunca çok şaşırmış... Çünkü, o akrabaları hiç Türkiye’ye gelmemişler ve ömürleri boyu bir “Türk”le de  tanışmamışlar.  
Bunun nedenini sorup, anlamaya çalıştığında, büyükannelerinin de böyle söylediğini ve birkaç yüzyıldır bu terbiye(!) yönteminin böylece süregeldiğini öğrenmiş.
Bugün birçok Avrupalıda ve de özellikle Almanlarda Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarının henüz unutulmayan anıları üzerinde gelişen dış düşman algısına ek olarak,  ortaçağdan kalma katı bir Türk düşmanlığı ve korkusu toplumsal bilinçaltında hala sürmektedir.
Bununla doğrudan ilişkili olarak da, günümüz koşullarında Türkiye’nin güçlenmesi hâlâ en büyük korkuları arasındadır.

Bunun içinde  ellerinde iki kozu sürekli kullanırlar ve  kullandılar: 
-Terörle Türkiye’de karışıklıklar çıkartmak;
-Enerji yatırımlarını engelleyerek ülkenin ekonomik açıdan güçlenmesini önlemek .
Öyleyse ve doğal olarak Türkiye’yi kalkındıracak  olan Havaalanı, Köprü, Tersane gibi büyük temel yatırımların da karşısında olurlar. 

Türkiye son yıllarda ve özellikle “Barış Süreci” sonrasında terör olaylarına kalıcı çözümler sağlamaya başlayınca, bu kez bütün güçleriyle  enerji yatırımlarını engelleme çalışmalarına ağırlık verdiler.

“Akkuyu” projesiyle ilgili  çeşitli engellemelerin içerisinde olan Alman Vakıfları, yurt içindeki politik odakların desteğine rağmen başarısız oldu.
Yine ulusal  enerji politikamız açısından zorunlu ve yerinde bir proje olan ve  boşa akan suların değerlendirilmesini sağlayacak   HES’ lere de karşı çıktı Almanlar. 

Tarsus’un  kardeş şehri Langen Belediye Meclis Üyesi Stefan Lobig Tarsus’ta yapılacak  HES’ e karşı bir kampanya başlatmıştır; Tarsus Belediye Meclisi’nde  bununla ilgili bir konuşma yapacak kadar da ileri gitmiştir.

Yine Taşucu SEKA’da bir Tersanenin yapımına karşı çıkılmasında Alman Heinrich Böll Vakfı öncülük yapmış ve karşıt eylemlere finansör olmuştur. 
Bugün tersane ve devamla yat imalatı yapılacak bir Taşucu’nda sektörel bazda on bin kişiye iş imkanı sağlanacaktı.

Alaeddin Keykubat’ın Alanya’da yaptırdığı tersaneden sonra, 800 yıl Akdeniz’in Anadolu kıyılarında bir tersane yapılamamıştır. Arıza yapan Türk gemileri Marmara’ya, yabancı gemiler de Kıbrıs Rum Kesimine ve İsrail’e gitmektedir. Akdeniz’de bir tersane yabancı ülkelerin işine gelmemektedir ve yat imalatında da en önemli ülke Hırvatistan rakip istememekte ve bunlar Türkiye’nin güçlenmesini önleme dışında bir başka gerçeği de ortaya çıkarmaktadır.

Bugün tüm Almanya’da nehir kenarları dahi tersanelerle dolu iken ve  bu tesislerin denizi kirletme oranı çok düşük iken, benzer bir yatırımın Taşucu’na yapılması konusuna “ Çevreci”(!) itirazlarla karşı çıkmışlardır. 

Alman “Konrad Adenauer Vakfı” ise, nükleer enerjiye karşı yazı yazan yerel yazarları her yıl ödüllendirmektedir!

Alman Cumhurbaşkanı’nın son zamanlarda öne çıkan ve Türkiye’nin içişlerine karışmaya varan Türkiye düşmanı sözleri tüm bu olguları desteklemektedir.

Alman Yeşiller Partisi Eşbaşkanı Claudia Roth’un her olayda Türkiye karşıtı söylemlerde bulunduğunu, bazı olaylarda Türkiye’ye gelerek olayların içine militan bir ruhla daldığını de ekleyelim.  

Şimdi Mersin’in kardeş şehri Oberhausen’a  geçtiğimiz haftalarda yapılan anlamsız gezi sonrasında  ilişkilerin yoğunlaşacağı, bu sayede ülkemizde yapılacak kimi zorunlu yatırımlar konusunda yine olumsuz eleştirilere fırsat verileceği anlaşılıyor.

Uzun yıllar Almanya’da ve Avrupa’nın her yerinde yaşamış ve “Alman Edebiyatı ve Tarihi” eğitimi görmüş bir kişi olarak Avrupa’nın Türkiye ve Türkler üzerindeki olumsuz ön yargılarının ve düşmanlıklarının çok zor ortadan kalkacağını biliyorum.
70’ li yıllardan beri gittiğim Avrupa’da bir İsviçrelinin Boğaz Köprüsü yapıldıktan sonra alaycı bir şekilde “Sonunda Bir Köprünüz Oldu! “ sözünü, Avusturyalıların yakın zamana kadar Viyana girişinde bir kulede Türklerin gelmesini gözleyen bir kişi bulundurduklarını ve Almanya’da o günlerde Türklerin nasıl aşağılandığını üzülerek hatırlarım.
Ancak o günlerde Avrupa’da yaşayanlar, geçmişi bugünle  kıyasladıklarında Türkiye’nin aldığı mesafeyi görebilir ve ülkeleriyle  gurur duyarlar.

Peki; biz Mersin’den kalkıp Almanya’ya gitsek, onların herhangi bir yatırımına, bir tersane inşaatına, nükleer santral yapımına karşı çıksak acaba ne olur? 
Tabii bizleri aşağı gören Almanlar buna gülerler ve bizi hiç hesaba almazlar… Ama bizim insanlarımız onlarla birlikte engelleyici eylemler yaparlar; onlar açısından bu karşı çıkışı yorumlamak şöyle dursun, aşağılık kompleksi içerisinde onlara minnettarlıklarını gösterirler.

Elbette bütün tablo böyle karanlık değil. 
Geçtiğimiz günlerde Tarsus’un Fahri Hemşerisi olan eski Cumhurbaşkanı Sn.Christian Wulff gibi Türk dostu, evrensel değerlerle insancıl ve adil düşünen az sayıda Alman dostlarımızı bu söylediklerimizin dışında tutmak gerekir. Fahri Hemşeriliği gerçekten hak eden eski Cumhurbaşkanı’na hemşerilik beratını vermek çok yerinde olmuştur ve Türkiye adına doğruların, gerçeklerin bilinmesi ve söylenmesi için ciddi bir kazanımdır. 

 Mersin’de bilmeden Alman ulusal politikası yararına onlarla işbirliği içerisinde olan hemşerilerimizin, bütün bu söylediklerimizle ilgili ikna    olmaları için daha ileri olumsuz ve dramatik   örneklere  gerek olmayacağını ümit edelim.

Önce Langen, şimdi Oberhausen, Silifke’nin Bergkamen, Anamur’un Bingen  Alman “Kardeş (!) Şehirler”ini  bir de bu açıdan ve yeniden düşünmekte yarar var… İyi niyetli beklentilerle yaygınlaşan bu “Alman Kardeş Şehirler” üzerinden ulusal politikamıza ve ekonomik gelişmemize zarar verecek eylemler ve söylemler artık bir son bulmalıdır.
Terörden ümidini kesen Avrupa devletleri ve özellikle de Almanlar, artık Türkiye’nin kalkınma yatırımlarını önlemede çaresiz kaldıklarını fark edip,  son çare olarak iç kargaşalıkları desteklemeye ve Türkiye’deki protesto olaylarının büyümesini sağlamaya çalışacaklarını tahmin etmek için çok akıllı olmak gerekmiyor.

Ama ne acıdır ki; biz  hâlâ  Türkiye’nin finans notunu düşüren, Türkiye’ye özgürlüklerde kötü not veren, Türkiye’ye haksızlık yapan,  aşağılayan Avrupalıları ve Almanları hâlâ  hayranlıkla izliyoruz, onların kendi politik hesaplarına alet olarak eylemler yapıyor, yatırımlara karşı çıkıyoruz !  

Bu yazıyı bitirirken: 
* Cannes Film Festivalinde Altın Palmiye ödülünü alan Türk filmini,
* İrlanda Milli Takımını deplasmanda yenen Türk Milli Takımını,
* Türkiye’nin gücünden korkan Alman devi Lufthansa Hava Yollarını,
* Altın piyasasını elinde tutmak için Bergama’da altın çıkarılmasını 
   engellemeye çalışan Alman Altın Sektörünü 
düşünerek kendi insanlarımızın da Türkiye’nin gücünü ve Türkiye’nin artık eski Türkiye olmadığını anlamalarını, bununla gurur duymalarını diliyorum. 

HARUN ARSLAN