Son 15 yıldır bütün genel ve yerel seçimleri yakından takip eder, 
adayların tüm seçim konuşmalarını dinler, inceler ve yorumlarım.
Genelde seçim konuşmaları maddi dünyaya ilişkin sorunlar etrafında,  
ikna etmeye odaklı, vaatlerle dolu, sempatik görünmeye çalışılan, 
diğer partileri suçlayan konuşmalardır. Metafizik değerlerden ve dilsel 
özenden anlatımdan uzak, sahici duygudan uzak bu tür konuşmaları 
dinlersiniz, çok da etkilenmezsiniz. 
Özel olarak da beni insanî değerler, moral kıymetler açısından 
sarsan ve hayatı yeniden düşünmemi gerektiren bir cümle bile 
hatırlamıyorum. Politikanın gündelik yavan dili içinde dönüp duran 
sahte heyecanlar, öfkeler, kaygılar ve vaatler akıp giderdi.
Bütün bu yıllara dayalı inancım, “bir özel insanın” dili, duygusu, sahici 
söylemi ve hayata dokunan insanî kaygıları karşısında sarsıldı; işte 
dedim, bu paslı politik dünyanın kirli ve sahte konuşma alışkanlığını 
kıracak, insan için dertlenen ve bunu politik bir çabasının merkezine 
almış gerçek bir entelektüel ses !
Mersin Milletvekili Adaylarından Muhsin Kızılkaya’yı televizyon 
konuşmalarındaki sakin üslubu, zeki polemikleri, özgüvenli ve  
mantıklı görüşleri,  fikirlerini cesurca ifade etmesiyle tanıyordum.
Mersin’de birkaç gün önce idi; aynı gün ilk radyo seçim konuşmasını 
dinledim, bir televizyon sohbetini izledim. 
Hemen şöyle düşündüm: Bu, şimdiye kadar dinlediğim yüzlerce seçim 
konuşmasının içinde beni böylesine etkileyen ilk örnek... Dinlerken 
kaçınılmaz biçimde duygulandığımı, gözlerimin dolduğunu fark ettim. 
Nice  zorluklar, acılar, eziyetler, haksızlıklar içinde   geçen bir hayatı 
dinliyorduk; ama anlatıcıda en küçük bir  isyan, kin, düşmanlık 
duygusu yoktu; tam tersine  hoşgörü çağrısıyla örülü, barışa ve  
sevgiye çağıran  bir ses yayılıyordu. Herkese dostça yaklaşan, iyilikle 
bakan bir insan diğer partilerle ve adaylarla ilgili tek bir kötü söze 
gönül indirmeden, kendi dünyasını bizlerle paylaşıyordu. Politikanın o 
hoyrat, incitici ve soğuk dili yerine insanî duyarlıklarla genişleyen bir 
akla ve vicdana tanıklık ediyorduk.
Muhsin Kızılkaya şimdi siyaset sahnesinde hiç alışık olmadığımız bir 
güzelliğin, ahlâkın ve olgun bir çağrının kurulması için dil döküyordu. 
Zorluklarla geçen yaşamında eğitimi için küçük yaşlarda ailesinden 
ayrılmış, Siyasal Bilgiler Fakültesinde Kamu Yönetimi eğitimi almış; 
daha sonra gazetecilik, yazarlık, reklamcılık, senaryo danışmanlığı 
Sinema ve tiyatro çalışmalarında bulunmuş, Yılmaz Erdoğan’ la 
birlikte birçok çalışması olmuş;  eğitimci kimliğiyle de bazı sanatçıların 
yetişmesine katkıda bulunmuş. 
Hepimizin belleğinde sıcak çağrışımlarla korunan   “vizontele” filmini 
Yılmaz Erdoğan’la birlikte sinemamıza armağan ediyor. 
15 yayınlanmış kitabı ve çok sayıda çeviri eseri var. 
Habertürk ve TRT televizyonlarında çalışmış.
Yani karşımızda, onca kahırlı koşulları aşarak başarılı olmuş bir hayat 
var; sakin, bilge, insana dair her şeye sonuna kadar açık bir 
entelektüel vicdan…
Önce Mersin’de farklı dinlerden hemşerilerin sonsuz uykularında bir 
arada yattığı Mersin Mezarlığı’ndan söz ederek, çok etkilendiğini 
Kendisinin de, Toros dağları gibi yüksek Hakkari dağlarında yaşadığını 
ve bu bölgeye yabancılık çekmediğinin; Hakkari ile Toros dağlarının 
insani duyarlılık ve doğayla iç içe bir kimlik oluşturmada benzer 
etkileri olduğunun altını çiziyor. 
Bu yörenin insanlarından, Türkmenlerden, Yörüklerden söz ediyor; 
“onlar kadar ben de acı çekmiş bir insanım; gelin karşılıklı 
yaralarımızı birlikte saralım, ben uzun bir Neşet Ertaş türküsü 
dinlemeye geldim, isterseniz size de bir Şivan Perver türküsü 
dinleteyim” diyor.
Bu dil ve duyarlık insana iyi geliyor; günlük politikanın incittiği 
duyguları, kirlettiği ilişkileri onarıyor.
O şimdi ve elbette bundan sonra da hep bir Mersinlidir artık; 
kardeşimizdir; konuşmalarıyla acılarını ve sabrını, umutlarını ve 
hasretini bize emanet etmiştir. Bu kentte hayatımızı zenginleştiren, 
çileli hikayeleriyle Mersin’e göçen Kürt kardeşlerimiz kadar bizim bir 
parçamız olmuştur.
Zaten kendisi de bunu dillendiriyor: Mersin’i Kürt, Yörük, Hıristiyan, 
Arap, Alevi, Türkmen hemşerileriyle çok kültürlü, çok dilli, çok 
etnisiteli  sosyolojik bir laboratuvar gibi Türkiye’nin  bir küçük modeli 
olarak değerlendiriyor.
Mersin’i ve Türkiye’yi anlatırken ülkemizin renkliliğini, kültür 
zenginliğini, insani duyarlıklarını sahici bir sevgiyle kucaklıyor;  bu 
duygusunu da karşıdakine hissettiriyor.
Yazar ve sinemacı donanımı içinde sosyolojik çözümleme yaparken 
etkileyici bir dil kullanıyor; Mersin’i gurbet kuşlarının bir araya geldiği 
bir yuvaya benzetiyor. Gurbette yeni bir yuva kurmanın zor olduğunu 
ama bu yuvada mutlu da olunabileceğini, kendisinin de kardeşlerinin 
yuvalarına bir çakıl taşı koymak istediğini anlatıyor.
Önyargıların bizi birbirimizden ayırdığını, düşman gördüğümüz 
insanlarla aslında bir elmanın iki yarısı olduğumuzu; Kürt’ün Türk’e, 
Türkmen’e, Yörük’ün Kürt’e benzediğini, ikisinin de yüreğinin geniş 
olduğunu söylüyor.
“Ben bu kente on gün önce geldim; başka biri 10 ay önce, bir diğeri 
10 ya da 20 yıl önce gelmiş; ama herkes bu kente göçle gelmiş” 
Hakkari’den bu kente gelenleri taşlayıp Hakkari’ye geri 
göndermediklerini; tersine Mersin’in tüm göçle gelenlere kucak 
açtığını, Suriyelilerin de bu kentte yer bulduklarını anlatıyor.
Özellikle Suriyeliler konusunda CHP’li siyasetçilerin olumsuz, 
ayrımcılık yaratabilecek sözleri hafızalarımızda.
Bu noktada hatırlamakta yarar var: Kılıçdaroğlu da Suriyeli 
sığınmacıları ülkelerine geri göndereceklerini söylüyor. 
Maalesef aynı söylemi eski Gaziantep Belediye Başkanı Celal Doğan’ın 
da Antep için söylemesi çok üzücü.
Maraş’ta ve Antep’te olan bir takım üzücü olayları hatırlıyoruz.
Mersin’in bazı kent dinamiklerinin sorumsuz demeçlerine ve bazı 
çevrelerin kışkırtmalarına rağmen, Mersin hoşgörü ve barış anlayışı ve 
Mersinlilerin sağduyusu ile bugüne kadar herhangi bir kötü olay 
gerçekleşmemiştir. 
Mersin iki asırdır göçle gelen herkesle ekmeğini paylaşmıştır; 
Mersin’de herkes kendisine iş ve aş bulmuş, karşılıklı anlayış ve 
birbirini kabullenmeyle barış içinde yaşamışlardır.
Muhsin Kızılkaya, bu konuda da sağduyulu, barışçı ve 
ötekileştirmeyen bir dil kullanıyor.   
İktidar partisi Milletvekili adayı olarak hiçbir vaatte bulunmuyor ve 
ekliyor: “Ben yol, köprü yapacağız demeyeceğim; ama gönülleri 
kırılmış insanlar arasında köprü kuracağım”. 
Yeni Türkiye’yi anlatıyor:
Türk pasaportunun özgürce kullanıldığını, 
Almanya’da gururla dolaşıldığını,
Kürdün dilini özgürce kullandığını,
Hastanede rehin kalınmadığını,
Şırnak’a uçakla gidilebildiğini,
Hakkari’ye 300 yataklı hastane yapıldığını,
70 yıl yapılmayan Hakkari yolunun nihayet yapıldığını,
Karşı görüştekilerin de elini kardeşi gibi sıkıp onları kucakladığını 
sevinçle dile getiriyor.
Kendilerinin Kızılkaya soyadı dikkatimi çekiyor.  Hakkari Dağlarını 
Toroslara benzetmişti ya; benim de başka bir ilginç ayrıntı aklıma 
geliyor:   Gülnar’da da birçok kişinin, Hakkari çevresindeki  “kaya” 
soyadı  gibi “taş” ekli soyadları var. Deliktaş, Demirtaş, Karataş, 
Donuktaş  vs… Bir kardeşlik köprüsü olarak not düşüyorum.  
Muhsin Kızılkaya Kürtçe bir şiir duyduğunda Türkçeye çevirmek 
istediğini, Türkçe bir roman okuduğunda onu da Kürtçeye çevirmek 
istediğini anlatıyor. 
Rüyalarını hem Türkçe, hem Kürtçe görebilmesinin güzelliğinden söz 
Bunlar, bu hasret ve duyarlık… unuttuğumuz ne çok şeyi yutkunarak 
hatırlıyoruz.
Bence onunla yüz yüze gelen, ona dokunan ve ses mesafesinde ilişki 
kuran herkes televizyonda gördükleri, tanıdıkları Muhsin 
Kızılkaya’dan çok daha kardeş birini görecektir. 
O, Mersin’in kardeşliğe, hoşgörüye dayalı ve ötekileştirmeyen 
demokrasi kültürünü zaten içselleştirmiş bir zihin haritasına sahiptir; 
siyasi zekasıyla, edebi gücüyle, insan sevgisiyle, barış özlemiyle  
yoğurduğu o kocaman dünyasına tanıklık  ettikçe de  aklımızın, 
kalbimizin ve dilimizin onarıldığını fark edeceksiniz.
Muhsin Kızılkaya’yı bir seçim zamanında, bu kenti temsil için görev 
isterken yakından tanıma fırsatımız oldu. Ama o belli ki duygusu, 
bilgisi, kederli hatıraları ve onurlu başarılarıyla bu kentin yeni 
hemşerisidir. Şiddetin köreltmediği bakıştır; öfkenin karartmadığı 
dildir; Hakkari’nin onurlu dağlarından Mersin’in kardeş kıyılarına 
armağan Kürtçe bir ezgidir. O’nu Türkçe bir zılgıtla kucaklıyorum ve 
“kendi evine hoş geldin hemşerim Muhsin Kızılkaya!” diyorum.
HARUN ARSLAN