Hasan TÜLÜCEOĞLU
Latin harfleri sonrası eskilerin ‘Eskimez Türkçe’ diye isimlendirdikleri eski alfabeli 
dile, farklı ve yabancı bir dilmişçesine ‘Osmanlıca’ isminin verilmesini hatalı ve yanlış 
buluyorum. Zira Osmanlıca, konuştuğumuz Türkçe’den farklı bir dil değil, tam anlamıyla 
Türkçedir. Ancak yazım dili olarak kullanılan bu Türkçe, doğal olarak günlük konuşma dilene 
göre biraz daha kompleksti. Yabancı kelimeler, terimler, deyimler ile dolaylı ve mecaz 
ifadeler, okur yazar oranının çok düşük olduğu eğitim öğretim tezgahından geçmiş devlet 
kademelerindeki arif ve aydın kişiler için gayet doğaldı. Bu dilin belli bir aşamada aşırı 
muğlak ve kapalı hale geldiği elbet doğrudur. Günümüzde doktorların farklılıklarını ifade için 
kullandıkları latince terimler benzeri bir dönem Osmanlı devlet erkanı, halktan farklılıklarını 
ifade için eski Türkçeyi bilerek anlaşılmaz hale getirmişlerdir. 
Bu manasız gidişin önünü almak isteyen Osmanlı son dönem münevverleri haklı 
olarak dilde sadeleşmeyi gündeme getirmişler. Ömer Seyfettin’in aralarında olduğu bir grup 
yazar bugünkü ifadeyle sadeleşme kampanyasını başlatmışlar ve buna uygun eserler 
vermişlerdir. Ömer Seyfettin dilde sadeleşmenin en güzel uygulayıcısıdır. İşin ilginci o günkü 
sade dille yazılmış Ömer Seyfettin’in eserlerini bugünkü gençler yer yer anlaşılmaz 
Eskilerin ifadesiyle ‘Eski Türkçe’ veya ‘Eskimez Türkçe’ okullara seçmeli ders olarak 
okutulması kararı üzerine bir çok kesimce yaygara kopartılan Osmanlıca’nın ta kendisidir. 
Yani kendi dilimiz Türkçedir. Kendi dilimize ‘yok istemezük’ misali karşı çıkılması bilinçli 
olarak getirilmiş olduğumuz cehaletimizi ortaya koymakta. 
Latin harflerine çok keskin bir geçişle bir dönem geçmişle bağlar kopmuş görünse de 
‘Eski Türkçe’yle(Osmanlıca) yazılmış bir çok eser kısa süre sonra latin harfleriyle yeni nesle 
yeniden sunulmuştur. İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanlığı, Hasan Ali Yücel’in ‘maarif 
vekilliği’ döneminde bizim klasiklerimiz ve Türkçeye çevrilen önemli doğu ve batı klasikleri 
latin harfleriyle yeniden basılmıştır. 
İşin bu boyutunda Osmanlıca geçmişle olan bağı kurmak açısından gündeme 
getirilmişse bugün böyle bir zorunluluk kalmamıştır. Kaldı ki üniversitelerde ve özel 
girişimlerle Osmanlıca dersleri gönüllü olanlara verilmektedir. 
           Asıl üzerinde durulması gereken ‘Öz Türkçeleşme’ adıyla dilimizin bugün getirildiği 
acınası durumdur. Alfabe değişikliyle ortaya çıkan geçmişle irtibat, eski eserlerin yeni 
alfabeyle basılması sonrası sağlanmıştır. Dilde asıl korkunç katliam, ‘sadeleşmenin’ (öz 
Türkçeleşmenin) dili yok etme aşamasına gelmesiyle olmuştur. 
            Osmanlı son dönemi başlatılan dilde sadeleşme çalışmaları, Cumhuriyet dönemi ‘öz 
Türkçeleşme’ adıyla aşırı boyutlara ulaştırılmıştır. Dilde sadeleşme gerekliydi. Hatta 
zorunluydu. Ama bu gerekli ve makul uygulama kırklı yıllarda dili tamamen budama 
noktasına getirilince en büyük kötülük o zaman gerçekleşmiştir. 
             ‘Gençliğe Hitabe’de geçen bir çok kelimenin anlamını bilmez hale getirilen bu nesle, 
eski alfabeyi öğretmenin fazla bir anlamı olmaz diye düşünüyorum. 
              Osmanlıca vasıtasıyla budanan dilin dalları mesabesinde kelimeler yeniden neslimize 
kazandırılacaksa evet Osmanlıca seçmeli değil zorunlu ders olmalıdır. 
              İyi de bu dolambaca gerek var mı? Doğrudan dili zenginleştirme uygulaması 
              Daha dün diyebileceğimiz kırklarda ellilerde yazılmış eserleri sadeleştirme adına 
anlamsız kılacağımıza orijinali korumak ve dilimizi zenginleştirme gayretiyle yeni nesle 
anlamlı kılmaya çalışmak daha milli ve vatansever bir uygulama olacaktır.