Sokağa çıkmayınca, insanlar nasıl yaşamını sürdürüyor merak etmeyince, en önemlisi duygudaşlıktan uzaklaşılınca böyle oluyor işte! Çalışanlar emeklerinin karşılığını alamıyor, emekli aldığı aylıkla doymuyor, işsiz gençlerin sayısı artıyor, “iktidarın” utanmazı torpilli işe alımlara tepki gösteren bir muhalefet vekilinin “utanmıyor musunuz” sorusuna tüm pişkinliğiyle “arka arkaya insanlara dönüp utanmıyor musunuz, utanmıyor musunuz dediğinizde nasıl bir cevap bekliyorsunuz ki, evet utanmıyoruz, gurur duyuyoruz yaptığımız işten, neyinden utanacağız” yanıtını veriyor…

Bu yaşananların “adını” koymak, haksızlığa uğrayanların çığlıklarını dile getirenlere “yaptıklarımızdan utanmıyoruz” diyebilmek, “ancak” aynı gemide olmamak/ aynı toprakların üzerinde yaşamamak/ aynı yazgıyı paylaşamamak/ aynı yurdun suyunun tadını almamaktır! Ötesi var mı?

***

Yaklaşık çeyrek yüzyıla damga vuran “iktidarın”, övüne övüne bitiremediği ülkenin geldiği nokta bu! Milyonlarca gencin işsizlikle boğuşup/ gelecek konusunda karamsarlığa terk edildiği, insanlarının büyük bir bölümünün doymadığı/ yaşayamadığı/ ilkyaz havası vermesi gereken çocuklarını koklayamadığı/ sevdiğine sarılamadığı nokta bu! Kendi yakınlarını, kendi bildiklerini, işe uyup/ uymadığına, bilip/ bilmediğine bakılmadan kamuda konuşlandırmalarını öyle doğal/ öyle olması gerekli bir olgu gibi gösteriyorlar ki; yaptıklarını onur sayıp/ utanmıyorlar!

“Bal tutuğum parmağımı yalarım/ işimi bilirim” demenin “iktidarla” özdeşleşmiş yüzü bu! İçinde bana necilik/ umursamazlık/ ben yaparımcılık/ her şey bana hakcılık; daha ne sayarsanız sayın, içinde bulunmayan yok! Bugün utanmazlığın adı, haksız kazancın örtüsü, torpilin gerekçesi, liyakatin ne demek olduğu bu işte: bana necilik.

***

Hava kış, soğuklar kapıya dayandı… Günün karanlığında okula gitmek için yola çıkan çocuklar, işlerine yetişmek için adımlarını hızlandıran anne/ babalar, yatağından çıkamayan emekliler… Sorulsa büyük olasılıkla bunlar için de “utanmıyoruz” diyecekler büyük olasılıkla… İnsanı, insanın emeğini, doyabilmesini, gülebilmesini, gelecek kaygısını çözebilmesini, liyakati umursamayıp “utanmıyoruz” diyen, neler için “utanmıyoruz” diyemez ki?

Utanmazlar! Yaptıkları yanlışları, haksızlıkları kendilerine “hak” sayan utanmazlar bir toplumdaki “çürümenin” de belirtisi aslında! İnsanda doğası gereği “utanma” duygusu vardır! Yaptığı yanlışta yüzünün rengi değişir, başını hafifçe de olsa eğer, kimse görmese/ bilmese bile avuç içi terler; ama mutlaka bir şeyler olur! Bunlar olmuyorsa, yakınının elinden tutup kürsüde göstermesinden utanmıyorsa/ sıkılmıyorsa/ ter içinde kalmıyorsa bu “utanmazlık” garip değil mi?

***

Utanma duygusu, “onur kırıcı, ahlaka uymayan ya da uygunsuz algılanan bir davranış sergilemiş olmaktan doğan zorluk, küçük düşme” olarak tanımlanır! Birinin hakkını yok saymışsan, yetebilmesini engellemişsen, doymamasına neden olmuşsan, üstelik özelliği olmayana hak tanımışsan bu “utanılacak” bir olgudur! Çünkü bu topraklarda “komşusu açken tok yatan bizden değildir” sözü boşuna söylenir. “El elden üstündür” denirken, dayanışmanın gücü anlatılır. “Taş yerinde ağırdır” denirken, “liyakatin” önemi vurgulanır.

Atasözleri, halk deyişleri, türküler… Hepsi aynı şeyi söyler: insanın utanması, duygudaşlığıyla/ haksızlığa başkaldırışıyla ölçülür. “Utanmazsan istediğini yap” sözü, aslında bugünün “iktidar” pişkinliğini yıllar öncesinden tanımlamış. “Yiğit namıyla anılır” derken, onurun, emeğin değerini anımsatmış. “Hak yiyen doğrulmaz” derken, haksız kazancın toplumda açtığı yarayı göstermiş...

***

Toplumsal bellek, bir aynadır. Aynada görülenleri yadsır, insanların yaşadıklarını yok sayar, üstelik “bundan utanmıyoruz” derseniz yitiren yalnız acı çekenler/ yaşayamayanlar/ doymayanlar olmaz; kangren gibi, tüm yurdu sarar çürümüşlük! Politika da, ekonomi de bu “utanmıyorum” duvarında tutulmamalı! Günümüzde yaşananları anlatan özlü sözlerden“hakkı yiyen doğrulmaz” “yiğit ünüyle anılır” geçmişin öğütleri olarak düşünülmesi, bugünün aynasıdır; bilinsin. O aynaya bakınca görülen, pişkinliğin sıradanlaştırıldığı, haksızlığın hak sayıldığı bir yüz…

Sokağa çıktığınızda ne görüyorsunuz, diye soracağım da; kapalı salonlarda toplanmayı, bir araya gelmiş doymazların alkışlarını gördüğünüzü yadsımıyorsunuz, bunun da bir “utanma” nedeni olduğunu bilmiyorsunuz; ne diyebilirim ki… Belli ki amaç asıl “utanmıyoruz” demek değil, “utanma” duygusunu toplumun belleğinden silmek… Emekli aldığı aylığın, ücretli çalışan aldığı asgari ücretin, genç kuşak geleceksizliğin, çocuklar açlığın bilincinde olmayacak; böyle bir toplum belleği için mi bunca çaba? İşte çürümenin karşısında Özgür Özel’in eylem/ mitinglerini önemsiyorum… 151225