Hiç kuşkusuz ki bunların içinde en mükemmel olanı “Ezan’dır”.
Ezan, duyuru anlamına gelmektedir. Duyurulan şey; namaz vakti ve
namaza çağrıdır. Müslümanları, sabit bir yöntemle namaza çağrı için kabul
edilen ilk ezan, Hz.Muhammed’in emri ile Bilal-i Habeşi tarafından 622 yılında
okunmuştur.
İslam dininde genel kabule göre, ezan okurken “kıble” ye dönülür. Kıble,
yön ve yönenilen taraf anlamına gelmektedir. Namaz kılarken yönenilen taraf
yani kıble “Hürmetli Mescid” anlamına gelen Mescid-i Haram’ın orta
kısmında bulunan “Kabe” ve üzerinde semaya doğru uzanan kısımdır.
Çok yaygın olmamakla birlikte, Osmanlı İmparatorluğu döneminde de,
ezanı 13. yüzyıl Türkçesi ile okuyan müezzinler bulunmaktaydı.
1931 yılının Aralık ayında, Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle içlerinde
Hafız Burhan, Sadettin Kaynak, Hafız Nuri gibi dönemin önemli hafızlarının
bulunduğu bir komisyon kurularak, Dolmabahçe Sarayı’nda ezanın ve hutbenin
Türkçeleştirilmesi çalışmalarına başlandı
Kabul edilen Türkçe metin şöyle idi :
"Tanrı Ulu’dur, Tanrı Ulu’dur;
Şüphesiz bilirim, bildiririm: Tanrı'dan başka yoktur tapacak,
Şüphesiz bilirim, bildiririm : Tanrı'nın elçisidir Muhammed.
Haydin namaza, haydin felaha,
Namaz uykudan hayırlıdır.
Tanrı Ulu’dur, Tanrı Ulu’dur.
Tanrı’dan başka yoktur tapacak"
“Kuran’ın” Türkçe tercümesi ilk kez 22 Ocak 1932 yılında İstanbul’da
Yerebatan Camii’nde Hafız Yaşar (Okur) tarafından okundu. Hafız Yaşar Bey,
Kuran’dan seçtiği bir parçayı önce arapca, sonra Türkçe okudu. Türkçe Kuran-ı
Kerim çok beğenildi ve yaygınlaşmaya başladı. Hatta gazetelerde, hangi
camilerde Türkçe Kuran okunacağı duyuruluyor ve büyük ilgi topluyordu.
Bundan 8 gün sonra, 30 Ocak 1932 tarihinde “ilk Türkçe Ezan”, Hafız
Rıfat Bey tarafından Fatih Camii’nde okundu. Radyodan ilk okunuşunda,
Finlandiya Müslümanlarından tebrik ve teşekkür telgrafları geldi.
3 Şubat 1932 tarihine denk gelen Kadir Gecesi’nde de, Ayasofya
Camii’nde Türkçe Kuran, tekbir ve kamet okundu. Aynı yıl Ramazan
Bayramında camide, Sadettin Kaynak tarafından Türkçe Kuran okundu.
Diyanet İşleri Başkanlığı 1932 yılında bir genelge yayınlayarak, ezanın
Türkçe okunmasını istedi. 1932 yılından 1950 yılına kadar “tam onsekiz sene”,
Türkiye'de insanlar Türkçe ezanla namaz vaktini öğrendi.
Türkçe ezana karşı, çok da önemli olmayan ilk ve tek tepki, 1933 yılında
Bursa Ulucami’de bir gurup tarafından yapılmış ve olayı müteakıp derhal
Bursa’ya giden Atatürk, Türk Milleti ve Gençliği’nin, Türk Devrimlerine sahip
çıkması yolundaki tarihi “Bursa Nutku”nu söylemiştir. Atatürk söylevinde :
“Bu olayı yaratan asıl sorun din değil, dildir; Türk Milletinin milli dili olan
Türkçe’nin ve Milli benliğinin, bütün toplum yaşantısında temel alınması
gerekir.” demiştir.
Ezanın, Türkçe veya Arapça okunması yolunda, bir kanun yoktu ve halen
de yoktur. Atatürk’ün ölümünden sonra 26 Haziran 1941 tarih ve 4055 sayılı
kanuna göre, ezanı Arapça okuyanların cezalandırılacağı öngörülmüş olmasına
rağmen bu yasaya pek de uyulmadı. Bu yasa 1950 yılında, Demokrat Parti
iktidarı zamanında kaldırıldı. Bilinenin aksine; CHP’liler de, DP’lilerle birlikte,
yasanın kaldırılması için oy kullandılar.
Ezan’ın; Türkçe veya Arapça okunacağı yolunda bir yasa hiçbir
zaman olmadığına ve olamayacağına göre, günümüzde de ezan’ın Türkçe
okunması için hiçbir engel yoktur.
Namaza çağrının, insanların konuştuğu ve anladığı dilde yapılmasından
daha doğal bir şey olamaz. Bütün din, inanç ve insanlara saygılı olduğunu
söyleyenlerin, Türk insanına ve Türkçe’ye de saygılı olmaları gerekir.
Bu istek ve özlemi büyük şair Ziya Gökalp şu şekilde dile getirmiştir:
"Bir ülke ki, camiinde Türkçe ezan okunur.
Köylü anlar manasını namazdaki duanın
Bir ülke ki, mektebinde Türkçe Kuran okunur
Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hüda'nın
Ey Türk oğlu, işte senin orasıdır vatanın."
Ezanın okunacağı özel yer “minare’nin şerefesi”dir. Şerefeye çıkan hoca,
kıble istikametinden başlayıp, her yöne dönerek ezanı okur. Sesini daha iyi
anlamak ve ayarlamak için bir elini kulağına koyarak ve hatta parmağı ile tek
kulağını tıkamak suretiyle ezanı okumaya başlar. Beş vakte isabet eden her bir
zaman ezanının ayrı bir “makam’ı” vardır. Bütün bunlara uyulmadan gelişi
güzel bir şekilde ezanın okunması anlamına ve amacına uygun değildir.
Ana cadde ve bulvarlarda, alış veriş merkezlerinde; binaların içine veya
çatısına konan hoparlörlerle ve teyp kasetleri ile, çok yüksek ses tonlarında
okunan ezanın ise aynı tadı vermediği, dini hassasiyeti yansıtmadığı ve bir takım
önemli sakıncalarının olacağı açıktır.
Umarız ki; Cumhuriyet Döneminde ezanın ilk kez Türkçe okunmasından
sonra yeniden, anladığımız ve konuştuğumuz dilde namaz çağrısını,
kulaklarımız tekrar duyacaktır.
Başta da söylediğimiz üzere; her din’de, insanları ibadete çağırmanın belli
şekil ve yöntemleri vardır. Hiç kuşkusuz ki bunların içinde en mükemmel olanı
“Ezan’dır”. Çünkü ezan; insan sesi ile okunan, şiirsel beste ve güftesi olan,
insana hitap eden, insanlar ve dinler arasında ayrım yapmayan bir çağrıdır.
Bu yüzden bu mükemmel çağrının, kendi anlam ve içeriğine uygun bir
şekilde yapılması gerekir.