Önce yayınlanmış yazımın devamı.
Çocukluğum ve gençliğim köyde geçti. Kazayı/ilçeyi çok sonraları gördüm. Aile, geçimini çobancılık yaparak geçindirirdi. Her ailenin/evin daha çok davar/keçi sürüsü olurdu. Sürü dediysem en fazla 100 adet küçükbaş. Şubat Mart aylarında yavruladığında bu sayı biraz artardı. Keçinin yavrusuna oğlak denir.
Tabi bu keçilerden nasıl faydalanılır, yani geçime maddi katkısı nasıl olur sorusunu sorduğumuzda cevabı şöyle:
Süt, yoğurt, yağ ve ayranından faydalanılırdı. Süt olarak satılması o zamanlar için mümkün değil. Satın alacak aile yoktu. Zaten her ailenin de az çok davarı vardı. Anamur’a 40 kilometre ve araba yolu zaten yoktu. Süt yoğurt yapılır ve birkaç günlük biriktirilir ve belirli bir miktar olduktan sonra, yine keçilerin derisinden yapılmış tulukta yayılır; yağ, ayran ve ayran kaynatılarak keş elde edilirdi.
Tulukla yayılan yayık ayranının üstünde toparlanmış şekilde elde edilen tereyağı çomça ile bir bakır kaba/helkeye aldıktan sonra, ayranı yaydığımız bişşekle yağ sonrası biraz daha yayıldığında ayranın köpüğü oluşurdu. Çomça ile o ayranın köpüğünü içerdik. İşte o da balkonda yanımdaydı.

Keş en iyi ve uygun yenen gıdalardan sayılırdı. Özel işleme tabi tutularak keşin kurutulmasıyla kuru keş elde edilirdi. Ekmek, arpa unu, düz arazileri olanların buğday unu ve darı unundan yapılırdı. Her gün anam/evin hanımı hamuru yoğurur, saç ve altına meşe odunundan tutuşturulmuş ateşle senit üzerinde pat pat hamuru açıp sacın üstünde pişirirdi. Buna ekmek etmek denirdi.

Eğer ben ekmeği saç üzerinde çevirme işlemini yaparsam son iki ekmeği biraz daha sertçe (gevrek ama dürüm yapabilecek kıvamda olmak şartıyla) pişirir ve dürüm yapardım. Dürümde şöyle yapardım: Ekmek tam piştikten sonra, sıcak sıcak hemen sacın üstünden alırım, tulukla elde ettiğimiz yayık tereyağından ekmeğe(Ama bu ekmek darı unundan yapılmış ekmek olması durumda) sürerdim. Eğer zaman yaz mevsimi ise bir evleklik mandalda yetiştirdiğimiz yeşilbiber, domates ve varsa yeşil soğan yoksa kuru soğan doğrayıp bir de üzerine acı pul biber koydun mu dürüm tamamdır. Yanında da bir tas (Bardak yok bakır taslar olur.) yayık ayranı oldu mu.. sakın parmaklarını yeme dürümü ye… O anlar da balkonda yanımdaydı. 

İşte davardan ailenin geçimi ve karın doyurma şekline uygun bir örnek verdim. Buna ilave olarak elde edilen keş ve yağ, çok olması durumunda satılırdı. Ayrıca oğlak dediğimiz yavrular bakabileceğin sayıyı geçmişse, geçen sayı kadarı da satılırdı. Ve yılda bir kez keçiler tüyü kırkılır onlardan yine ailenin fertleri tarafından alta sermek için evin tahtalık (Tahtadan yapılmış balkon. Üstü kapatılmış şekildedir tahtalık.) kısmında sabit hazır duran ıstarda (çul ve kilim dokuma tezgahı) çul dokunurdu. Eğer davarın kılları ihtiyaç fazlası olursa, alıcısı bulununca satılırdı. Tabi beslenen malın etini de yeme şansın var. Ama geçim kaynağı olduğu için bazı şartların oluşması durumunda et yenirdi. Az sayıda olmak üzere, hususi eti yemek için kesim yapılırdı ama nadirdi. Kurbanda ya da bacağı kırılmış, tedavisi mümkün olmayan fiziki arızalara uğramış ve iyileşmesi mümkün olmayacak olan davarlar kesilir eti yenebilirdi.

Dışa bağımlı olan işlerin yapılması evin erkeklerinden birileri tarafından olurdu. Yoksa herkes ilçeye ya da bir başka köye gitmesi mümkün olamazdı.

Evde 8 kardeş, anne baba ve varsa ebe dede. Oldu 10 veya 12 kişi. Bu kadar kişi de altı büyükbaş hayvanların bağlandığı ahır, üstü de tüm aile fertlerinin yemek yatmak için kullandıkları iki oda barınılan mekan.. İki katlı taş duvar evlerde yaşardı.

Sabah erkenden kalkılır bir kişi davarları dağda otlatmaya götürür. Diğer evin fertleri mevsimine göre çok az ekilebilir arazideki sebzelerin bakımı; sulama, ot alma, çapalaması, toplaması işlerine bakardı. Dediğim gibi mevsimine göre çift ektiğimiz zamanda öküzleri olan alır öküzlerini, tarlaya arpa ekmeğe sabahtan giderdi. Hatta akşam erken yatalım sabah çifte gidilecek denirdi. Aklımda kaldığına göre, rahmetli Veli dayım esprili şakacı biriydi. Normal zamanlarda, akşamları yatalım artık geç oldu dediğimizde; zorun ne, sabah çifte mi gideceksin derdi.. Araziler meyilli ve düzgün değildi. İki tane öküzün kara sabanla arazinin her noktasını süremezdi. Ve hayvanların ulaşamadığı dar ve küçük yerleri de aile fertleri kazmayla ekerdi. İşte o yaşanan anlar da balkonda yanımdaydı; beni yalnız bırakmadılar.

Üç dayımdan biri olan Veli dayım, esprili, sakin ve iyi dinleyip sade konuşan birisiydi. Tabiatla konuşurdu. Kuşlarla konuşurdu. Çocuklara takılır onlarla sohbet ederdi. Çift ekmede akraba ve komşular imece usulü birbirlerine yardım yapardı. Hele yaylaya gidileceği zaman ekin biçmede gecikilirse birleşilir geç kalanın ekini imeceyle bitirilirdi. Küçüklüğümde, bizim ekinlerin biçilmesinde dayım ve çocukları bize yardıma gelmişlerdi. Kendi çocuğuna enişte diye hitap ediyordu. Kendi oğluna niye enişte diyorsun dediğimizde; yeğenimin kızını alana ben enişte derim. Öyleyse oğlum yeğenimin kızıyla evlenirse eniştem olmaz mı? Dediğini unutmadım o da balkonda yanımdaydı.
Yıllar önce rahmetli olan Veli dayımı bu vesileyle rahmetle anıyorum. Mekanı cennettir inşallah.. O iyi ve dürüst biriydi.. Güzel, hoş dayım da yanımdaydı..
Devam edecek.
Hoş kalın. Ağustos 2020, Anamur. İsmet Kadıoğlu