Geçtiğimiz günlerde Sözcü Gazetesinde Sayın Yekta Güngör 
ÖZDEN’in bir yazısı yer aldı. 
Özden; bu yazısında, açtığım bir davaya değiniyor ve yazısını çok 
can alıcı bir şekilde noktalıyordu: “Av.A.Erdem Akyüz’ün açtığı dava 
dilekçesi ‘Osmanlıca’ yazılmadığı için mi anlaşılamadı?”
Konunun daha iyi kavranması için, açılan davanın kısaca anlatılması 
gerekir:
1.10.2014 tarihinde Resmi Gazete’de, terörle sözde mücadele için, bir 
Bakanlar Kurulu Kararı yayınlandı. Bu kararnamede “Kanun ve Kararname 
kapsamında çalışan kişilerin görevleri nedeniyle işledikleri suçlar için 
hukuki, cezai, idari işlem yapılamaz” deniyordu.
Görev nedeniyle suç işlenebilir mi?
Bir kişinin görevi suç işlemek olabilir mi?
İşlenen suça ceza verilemez denebilir mi?
Bunların hepsi olmuştu ve biz “dünya hukuk litaratürüne” bir “görev 
nedeniyle işlenen suç” deyimini hediye etmiş oluyorduk. 
İnanız ki bu yasa, üzerinde çok tartışılan “İç Güvenlik Yasası’ndan” çok 
daha mühim, çok daha önemli ve çok daha tehlikelidir.
İşte bunun iptali için Danıştay Başkanlığında bir dava açtık.
Aradan tam “4 ay 13 gün” geçtikten sonra ara kararı gibi bir karar geldi. 
Gelen kararın “İstemin Özeti” kısmında aynen : “1.10. 2014 tarih ve 
29136 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Terörle ilgili Bakanlar Kurulu 
Kararının iptali ile, dayanağı olan ilgili kanunun iptali için Anayasa 
Mahkemesine başvurulması istenmektedir.” ibaresi yer alıyordu.
 Davamız net olarak anlaşılmış ve tam bir özeti yapılmıştı.
Ama kararın alt kısmında “Davanın hangi nedenle ve hangi şeylerin 
iptalinin istendiği anlaşılamaması nedeni ile dava dilekçesinin reddedildiği” 
yazıyordu.
Yani kararın “baş tarafında” anlaşılan dava konusu, kararın “son 
kısmında” –nasıl olmuşsa- anlaşılamamıştı. Ve basit bir inceleme ile 10, 15 gün 
içinde tebliği gereken bu hususun tarafımıza bildirilmesi için tam 131 günün 
geçmesi gerekmişti.
Bunu takiben de “Dolmabahçe Sarayında” terör konusunda bir 
“Mutabakat yapıldı” ve karşılıklı olarak tokalaşmalar oldu.
Mutabakatı yapan, el sıkışan kişiler, terör konusunda iş yaptıkları için, 
yaptıkları mutabakat suç içerse bile, haklarında hiçbir takibat yapılamayacaktı.
Eğer talebimiz ve davamız “anlaşılmış (!) olsa” ve kararnamenin hukuk 
dışı hükümleri “iptal edilmiş” olsa idi, bu kadar rahatlıkla el sıkışamayacakları 
tabii idi.
Ancak gene de, el sıkışılarak kutlanan “mutabakatın” Anayasa ve 
Kanunlara uygun olduğunu söylemek mümkün değildir. 
Çünkü; Terörün önlenmesi bahanesi ile Dolmabahçe’de bir kaç Bakan, 
vekil ve kamu görevlisinin böyle bir anlaşma yapma yetkileri yoktur. Hukuki 
deyimi ile bu anlaşma “keennemyekun” yani “yok hükmündedir.” Mevcut 
Anayasa ve yasalara göre suç işlenmiştir ve takibat yapılması gerekir.
Şimdi gelelim Sayın Yekta Güngör Özden’in “dava dilekçesinin 
Osmanlıca yazılmadığı için mi anlaşılamadı” saptamasına...
Açtığımız davada; özet kısmında, dava konusunun anlaşılmasına rağmen, 
sonuçta neden ve nasıl anlaşılamadı bilmiyoruz,
Ama,
Yekta Güngör Özden üstadımızın önerisine uyarak dilekçemizin 
Osmanlıca çevirisini yapıyoruz : 
“Şurayı Devlet Riyasetine; 
Memalik-i Devlet-i Aliyye-ye münecceh zenb-i nefs-i emmarey-i nehy-
ine müteallik maruzat-ı mahsusadır.”
Kimbilir belki şimdi anlaşılır;
Ama kesin olan bir husus var ki o da; terörle mücadele adı altında 
yayınlanan bu kanun ve kararnamenin, üzerinde çok tartışılan “İç Güvenlik 
Yasası’ndan” çok daha vahim, çok daha önemli ve çok daha tehlikeli 
olduğudur.
Av.A.Erdem Akyüz