Musul ve Kerkük 1918 yılına kadar Osmanlı Devleti’nin toprakları idi ve Musul Osmanlı’nın en önemli bir vilayetiydi. Misak-ı Milli tanımına göre de, Erbil, Kerkük, Bağdat, Basra, Kut, Halep vilayetleri Osmanlı’nın Misak-ı Milli sınırları içindedir. 1920’de Fransız ve İngilizlerin Ortadoğu parçalama haritasında, Irak ve Musul Fransızlara verilecek, Suriye’yi de İngilizler alacaklardı. Ancak Musul’da bol miktarda petrol bulunması sonucu İngilizler hedefi Musul’a çevirince, Fransa ile anlaşmazlıklar başladı. 30 Ekim 1918’de Ali İhsan Sabis Paşa komutasında Musul Osmanlı Devleti’nin elinde idi. Ali İhsan Sabis Paşa’yı Musul’u İngilizlere teslim etmesini istediler, o da ben Osmanlı toprağını teslim etmem diye diretti ama zorlamalar sonunda Ali İhsan Sabis Paşa istifa etti.

Batı tarafından günümüzde yapılmak istenen ise şöyle: Halep, Musul veya Türkiye Haritası’nın alt bölgesinde, Güneydoğu’dan Akdeniz’e doğru bir terör devleti kurmak istiyorlar. Türkiye bundan dolayı Irak ve Suriye konusunda çok hassas. Çünkü orada büyük bir terör devleti kurulacak ve bu terör devleti, İngiltere, Amerika, İran ve Rusya’nın kontrolü altında Türkiye’ye saldırmak için korunacak ve beslenecek. Yapılmak istenen sadece petrol gibi görünse de, esas amaç dış güçler tarafından, Türkiye’nin güneyini kontrol altına alma hareketidir.

İDLİB
İdlib, Halep vilayetinin güney sınırında, Misak-ı Milli sınırlarına dahil bir bölgedir. Suriye’nin 13 bölgesinden biri olan İdlib geniş bir alanı kapsar. Yavuz Sultan Selim tarafından fethedilen bölge 402 yıl boyunca Osmanlı idaresinde kalmıştır.
Türkiye sınırlarının güvenliği konusunda büyük önem taşıyan İdlib’in tarihine baktığımızda, 1921 yılında Ankara Hükümeti’nin Fransızların Antep’i işgal girişimlerine karşı, top ve tüfekle donatılmış bir Türk birliğini İdlib’e sevk ettiğini görüyoruz.
Bölgedeki Türk ve Arap Kuva-yı Milliye birlikleri, Ankara’nın yönetimindeki Halep Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ne bağlı olarak hareket etmişler ve Fransızları  İdlib’de oyalamaya çalışmışlar.
Ankara’nın emriyle Adana Cephesi Kumandanlığı’ndan gelen bu yardımlar sayesinde Mayıs 1921’de İdlib’deki Kuva-yı Milliye birlikleri Fransızları, garnizonlarında kuşatmış ve Antep’e takviye gönderilmesini engellemiştir.

“İdlib, Osmanlı Devleti’nin asırlarca yönettiği ve Misak-ı Milli sınırlarına dahil bir bölge. Türkiye’nin sınırında yer alan bu bölgeyle tarihi bağları var. Dolayısıyla bu askeri intikal tarihi mirasa da uygun bir eylemdir.” Bu bilgiler bize şunu gösterir: Türkiye’nin sınır güvenliğinin beka (sürekli ve sabit olma) meselesi olduğunu dile getirir. Aynı zamanda da IKBY referandumu ile bölgede oluşturulmaya çalışılan planların da engellenmesi ve yeni bir göç olayını azaltacaktır.

İşte Rusya ve İran ile yapılan anlaşma gereği askerimiz yeniden İdlib’e girdi ve bundan sonra sınırlarımızın beka meselesi halledilmeden bu topraklardan çekilmemeliyiz. Ve bundan sonra da biraz zor çıkarırlar.

Rusya ile anlaşmamızda, Rusya dışarıda biz içerideyiz. Çünkü, o bölge yüz yıllarca Osmanlı idaresinde kaldı. Oradaki insanlarla biz gönül bağlarıyla bağlıyız birbirimize. İdlib, Atatürk’ün çizdiği Misak-ı Milli sınırları içindedir.

Mustafa Kemal, Cumhuriyet’in ilan edildiği 1920’nin Nisan ayında TBMM’de bir gizli oturumda konuşuyor. Atilla İlhan’ın aktarımıyla aynen şunları söylüyor:
“Iraklılar bizimle temasa geçtiler. Biz de onlara Suriyelilere söylediğimiz şu sözü söyledik: Kendi güçlerinizle bağımsızlınızı sağlamaya çalışın. Zaten biz de buna çalışıyoruz. Ondan sonra birleşmemiz için hiçbir engel kalmaz.” Bu ifadede Atatürk birleşmekten bahsediyor.
O günleri anlatan kaynaklara baktığımızda, İngiliz İstihbaratı Kahire’den Londra’ya şu raporu gönderiyor: “Suriye’de görüştüğüm bütün ileri gelenler, orta ve alt sınıflar, Türk taraftarı olduklarını beyan ediyorlar. Bütün bölgede Türk faktörü hakimdir. Halk sevilmeyen, istenmeyen bir Avrupa devletinin mandası altında kalmaktansa, Türkiye ile birleşmeyi tercih ediyor.” Buradan şu çıkarımda bulunabiliriz: Mustafa
Kemal, Misak-ı Milli içine o toprakları dahil etmiştir.

Yazımı bir alıntı yazıyla bitirmek istiyorum: “Tarihte oralarda olmayanlar şimdi Musul’un kaderini belirlemeye çalışıyorlarsa buraların bin yıldır sahipliğini yapan Türkler neden geride duracak? Eğer Musul Irak hükümetine bırakılmayacak ise, asla başka birilerine bırakılamaz. Haklarımız vardır. 1920 sonlarında yapılan Misak-ı Milli sınırlarını gösteren bir haritadaki güney sınırlarımıza baktığımız zaman Hatay, Halep, Musul, Kerkük, Süleymaniye gibi şehirlerin Türkiye toprakları olarak gösterildiğini görüyoruz.”
Doğru; Irak’ın, Suriye’nin veya bir başka devletin(ülkenin) olmayacaksa Türkiye’nin olmalıdır.
Hoş kalın Aralık 2017, Anamur. İsmet Kadıoğlu