SANAT         

          Daha önce bir yazımda Demirci’nin yetiştirmiş olduğu Naht sanatı ustası Selami Erfidan’dan bahsetmiştim. Bu yazımda da resim ustası ressam kardeşimizden (bir öğrencimden) bahsetmek istiyorum.
          Sanat;
belli bir uygarlığın anlayış ve beğeni ölçülerine uygun olarak yaratılmış anlatım; bir şey yapmada gösterilen ustalık.
          Sanatta estetik ve toplumun öz benliği vardır. Bu benlik ise; sanatın estetiğini ortaya koyan kişinin içinde yaşadığı milletin hayat felsefesi, ahlakı, düzeni, maddi manevi duygu ve istekleridir.
          Sanat, toplumun öz değerlerinden doğar ve gelişir. Toplumun dışında, ondan ayrı olarak düşünülemez.
          Sanatla uğraşan kişiye de sanatçı denir. Sanatçı; herkesin duyduğunu, gördüğünü, hissettiğini, düşündüğünü; farklı şekilde duyan, gören, hisseden, düşünen, yorumlayan, yansıtandır; duyulmayanı duyan, görülmeyeni gören, olmayanı bulandır. Sanatçıda aranan nitelik, ustalıktan çok, sanata gösterdiği sevgi,  coşku, duyarlılık ile duygu ve düşüncedir.
 
          Eser; emek sonucu ortaya konan ürün, yapıt. Sahibinin özelliklerini taşıyan ve ilim ve edebiyat, musiki, güzel sanatlar, resim, fikir ve sanat ürünleri eserdir.  
         
Bu yazımda, içimizden biri, bizim gibi yaşamış, bizim gibi hissetmiş, sevmiş, kültür ve değerlerimize sahip, birçok eserler ortaya koymuş, sergilemiş, Demircili öğrencim ressam, İsmail Çeşmeci’den ve resim sanatından bahsetmek istiyorum.
          RESİM NEDİR
          Resim canlı cansız varlıkların, görünüşlerinin kalem, fırça gibi araçlarla kağıt ya da bez üzerinde yapılan şekillerine denmektedir.
          Resim  Resmetmek, çizmek, tasvir etmek, kafasında canlandırmak, yansıtmak demektir. Resim, ayrıca tasvir, suret, canlandırmak, tasavvur etmek, hayal etmektir.
          Resim, herhangi bir yüzey üzerine çizgi ve renklerle yapılan, her tür malzemenin de kullanılabileceği bir anlatım tekniğidir. 
         
Resim bir başka şekilde de şöyle tanımlanıyor: Duygu ve düşüncelerin çizgi, hareket, renk ve tonlarla kağıt, bez, mukavva, ağaç vs. yüzeyler üzerine kalem ve boyayla ifade edilme sanatıdır. Ayrıca, siyah- beyaz olarak veya renk ve çizgiyle iki boyutlu yüzey üzerinde tasvir edilen şey, diye de tarif edilmektedir.
          Resmi yapan ve resimle uğraşan kişiye de ressam denir.

         
En eski resimler, Kuzey İspanya, Güney Fransa mağaralarındaki duvara yapılmış, renkli hayvan resimleri, av sahneleri ve tabiata ait resimlerdir. En eski resimler İspanya’da Altomıra Mağaralarında 15.000 yıl önceye ait olduğu sanılan duvar resimlerindeki bizon (boğa figürü) resimleri olarak bilinmektedir.  Bu resimler, kömür haline getirilmiş odun ve kemik parçalarının kalem olarak kullanılmasıyla çizilmiş ve bazıları da sert cisimlerle kazınarak yapılmıştır. Renk olarak tabi boya olan toprak boyalar kullanılmıştır.
          M.Ö. 3000 yılından beri Mısır’da, mezar odalarını ve duvarlarını, ölünün gündelik hayatından alınan resim kesitleri ve temsili tasvirler kaplar. M.Ö. 600 yıllarında ise papirüsler üzerine yapılan en eski minyatür sayılabilecek resimler kazılarda meydana çıkarıldı.

          TÜRKLERDE RESİM SANATI         

          Türklerde resim sanatı üç dönemde incelenir: İslamiyet’ten önce, 

İslamiyet çağı, Batı etkisinde Türk resmi. 
          İslamlıktan önce: İslamlıktan önce Türklerde resim biliniyor ve yapılıyordu. Belli yörelere yerleşen kavimlerde resim sanatı ile ilgili eserlere rastlanır. Halı, kilim, kumaş ve derilerdeki işlemelerle, kullanılan günlük eşya ve silahların yüzeylerindeki motifler, Türklerin resim sanatına olan yakınlığını ve bu alandaki yeteneklerini gösterir.
          İslamiyet çağı: Türklerin İslam dinini kabul etmesinden sonra, resim sanatı daha çok dinsel etkilerin altına girmiştir. Putperestliğe karşı olan İslam dini, bazı yanlış yorumlar sonucu heykel ve resim sanatının karşısına yasaklar çıkartmıştır. Bu etkiler altında kalan Türkler de ruhlarındaki resim yapma isteklerini süsleme ve güzel yazı yazmaya yönelerek tatmin etmişlerdir.
          Batı etkisinde Türk resmi: Batı resmi ile ilgimiz Fatih'in saltanatı (1451 -1481) zamanında başlamıştır. Bu devirde İstanbul'a davet edilen Gentile Bellini adındaki İtalyan ressamı, Fatih'in bir portresi ile bir madalyonunu yapmış; saraydaki bazı odaların duvarlarını da resimlemiştir.
          Avrupa'dan İstanbul'a gelen ressamlar çalışmalar yapmışlar ve resimlerini Dolmabahçe Sarayı'nda sergilemişlerdir. Bu olaylar, batı resim zevkinin toplumumuza yayılmasını sağladığı gibi, o zamanki Türk ressamlarında da yağlı boya resme karşı bir ilgi uyandırmıştır. 
          Şeker Ahmet Paşa (1841 - 1906) Türkiye'de ilk resim sergisini açmıştır.
          Atatürk zamanında resim; ilk ve orta dereceli okullarda ders olarak uygulamaya başlamış, toplumun benimsediği bir sanat kolu olmuştur.    

          1972 yılında mezun olduktan sonra ilk atamam Demirci Lisesine yapılmıştı. Demirci Lisesi 1970 yılında açılmış ve ilk mezunlarını da benim ilk göreve başladığım 1972- 1973 eğitim öğretim yılında verdi. Lisenin son sınıfında 30 kişilik bir fen sınıfı, mevcudu daha az olan bir de edebiyat sınıfı vardı. Bu sınıfların hem matematik hem de fizik derslerine girmiştim. Fen sınıfının haftada bu iki dersten 10 saat derslerine giriyordum. Aynı zamanda onların da sınıf öğretmeniydim. Sanırım 30 kişinin çoğu üniversiteye girdi. Onlara her Cumartesi Pazar matematik ve fizik dersinden üniversite hazırlık kursu verirdim.     Mumlu kağıda test sorularını elle yazıp, kollu makinada, makinanın kolunu elle çevirerek, soruları çoğaltır öğrencilere dağıtırdım.
          Yine Silifke folklor ekibini kurmuş ve o öğrencilerle de, o zamanki adıyla 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramında gösteriye çıkmak için çalışma yapardık.
           O günlerdeki haliyle Manisa’nın doğusu Demirci, her öğretmen tarafından çalışmak istenen bir ilçe değildi. 208 km.lik asfalt olmayan bir yolu, İzmir’den herhalde burunlu magirus otobüslerle 6 saat gibi bir zamanda gidilirdi.
          Mahrumiyet durumu vardı ama halıcılıkla geçinildiği için zengin diyebileceğimiz aileler de vardı bildiğim kadarıyla.
          Okulda her branş öğretmenini bulmak mümkün değildi. Örneğin resimden branş öğretmeni yoktu.
          Mersin öğretmen okulunda okurken sınıfın, aynı zamanda da okulun çalışkan öğrencilerindendim. Not ortalamalarıma göre Ankara Yüksek Öğretmen Okuluna seçildiğimde sanırım ilk sıradaki öğrencilerden olduğumu söylemişlerdi. Bütün derslerim 10 üzerinden 10 gibiydi. Ancak resim ve yazı dersleri ayrı ayrı saatlerde aynı öğretmen ders yapar ama iki dersin notları ortalaması karneye tek ders ortalaması olarak geçerdi. Resimden, öğretmenimin beni kısmen kollamasına rağmen biraz düşük not alır ama yazı dersi notuyla yine yükseltirdim. İşte buna rağmen, Demirci’de ortaokulun bir sınıfında boş geçen 1 saatlik resim dersine girmiştim. Yanlış hatırlamıyorsam ve tek aklımda kalan, ismini hatırlamadığım küçük esmer(kara) kız ve Ülkü Tortamış o sınıftaki okuttuğum ortaokul öğrencilerimdendi.
          Okul öğretmenlerinden hatırımda kalanlar, Yolasığmazlar (İzzet Hoca rahmetlik olmuş Allah rahmet eylesin), Necati Öztürk, Necati Kılınç, Cemil Doğan, Mehmet Ceyhan, Müdür Aydın Gürkale, Rahmetli Kamil Yılmaz. Ve tarih öğretmeni Ali Eroğlu.
          1972 yılında siyah beyaz televizyon yeni yeni vardı. 1972 Dünya kupası futbol maçları için Ali Bey televizyon aldı ve her maçta onun evine gider maç seyrederdik. Yaz tatiline girdik, Anamur’a yolculuk yaptığım için Polanya’nın üçüncü olduğu üçüncülük maçını seyredememiştim.
          Ali Eroğlu sosyal bir arkadaştı, öğrencilere piyes çalışması yaptırır ve oynattırırdı. Bir başka uğraşısı ve öğretmen olmadığı için tarih dersinin yanında resim derslerine girerdi. İşte benim sınıf öğretmeni olduğum sınıfında resim derslerine girerdi. O sınıfta İsmail Çeşmeci de sessiz sedasız, derslerden sonra şimdilerde doldurularak yükseltilmiş olan( sanırım pazar yeriydi de) ve liseye ayrılan yolun hemen başlangıcında babasının bir bakkal dükkanı vardı, ders bitiminde de babasına yardım eden bir öğrencimizdi. Sınıfında arka sıralarında otururdu.
          Yazımın devamında gelecek hafta, İsmail Çeşmeci ve sergilerinden bahsetmek üzere, hoş kalın. Eylül 2015 Antalya, İsmet Kadıoğlu.