Gazeteci-Yazar Mehmet Bican… O, Türk siyasi tarihimizin en saygın ismi… Son iki yılda yakın siyasi tarihimize ilişkin “28 Şubat’ta Devrilmek” ve “Terörle Sınanmak” adlı kitaplarıyla kamuoyunda en çok konuşulan kişi haline geldi. Çünkü yazdığı kitaplarla eski başbakanlarımızdan Tansu Çiller dönemindeki Türkiye’nin en önemli sorunlarını, “terör” ve “darbe” konularını başbakanlık basın müşaviri olarak bizzat yaşayarak, okuyucuya yalnızca gerçekleri cesur kalemiyle anlattı. Duayen gazeteci Mehmet Bican ile Truva Yayınları’ndan bu hafta piyasalara çıkan “Çerkes Enişte” adlı anı-romanı üzerine çok özel bir röportaj gerçekleştirdik. Bu yıl Kafkas Göçü’nün 150. yılı sebebiyle gündeme gelen Çerkes Ethem ile ilgili Bican “Çerkes Ethem ve çevresindekiler hain değil, birer kahramandır.” diyor.

Metin Soylu: “28 Şubat’ta Devrilmek” ve “Terörle Sınanmak” adlı kitaplarınız tarihe ışık tutacak özellikte kapalı kapılar ardında gerçekleşen olaylarla ilgiliydi. Şimdiyse, “Çerkes Enişte” adlı bir romanla okuyucu karşısındasınız. Bu romanın sizce önemi nedir?

Mehmet Bican: “Çerkes Enişte”ye ben, sadece roman değil, “anı-roman” diyorum. Bu eserimdeki olayların tamamı gerçektir, yaşanmıştır. Burada, daha önceki 2 kitabımda olduğu gibi gerçekleri yazarken, bir yaraya da parmak bastığımı söyleyebilirim. O yara, Çerkes Ethem yarasıdır.

M.S: Yani bu romanda bizim bildiğimiz Çerkes Ethem olayı mı anlatılıyor?

MBİ: Hayır… Romanda Çerkes Ethem var ama asıl kahraman Çerkes Ethem’le birlikte Yunanistan’a iltica eden Refik adlı bir Çerkes’dir. Tabu sayıldığı için 90 küsur yıldır yeterince tartışılmayan ve bu nedenle kafalarda hep soru işaretleri halinde kalan Çerkes Ethem olayı, değişik bir pencereden, Çerkes Refik’in penceresinden anlatılmaktadır.

“Eserimi Tarihi Gerçeklerle Bütünleştirdim”

M.S: Nasıl? Özetler misiniz? Ya da, romanın kısa bir özetini yapar mısınız bize?

MBİ: Açıkçası bu eserimi tarihi gerçeklerle bütünleştirdim. Romanın kahramanı Refik, Biga postanesinde telgrafçı olarak görev yaparken, Ankara’dan Miralay İsmet Bey’in çağrısı üzerine makine başına gelen Çerkes Ethem’le tanışır. Yıl, 1920. O günleri hatırlayalım… Yurdun büyük bölümü işgal atındadır. İzmir’e çıkan Yunan kuvvetleri hızla Ege içlerinde Ankara’ya doğru ilerlemektedir. Büyük kurtarıcı Atatürk, Ankara’da yurdu düşman istilasından kurtarmak için çalışmakta. Ege’de ve Anadolu’nun kimi yörelerinde Kuvây-ı Milliye henüz oluşmamış. Ancak halk, baltası, küreği; bulabildiyse tüfeğiyle düşmanı durdurmaya çalışıyor. Özellikle Ege’de Efeler Yunan kuvvetlerine düzenledikleri baskınlarda büyük başarı sağlıyorlar. Kuvâ-yı Seyyare, yani seyyar kuvvetler o tarihte faaliyete geçiyor. Başında da, Osmanlı’nın bir subayı, Balkan Harbi’nde yaralanıp Bandırma’daki köyüne çekilen Çerkes Ethem var. İşte Biga postanesinin genç telgrafçısı kahramanımız Refik, Çerkes Ethem’le tanıştığının ertesi günü Yunan İşgal Kuvvetleri’yle çarpışan Kuvây-ı Seyyare’nin bir neferi olarak silah kuşanacaktır. Refik, Ankara’dan, başta Mustafa Kemal Paşa ve Miralay İsmet Bey’den, garp cephesindeki komutanlardan telgraf makinesine düşen mesajların şifrelerini çözen, Ethem’in telgraf-telefon haberleşmesini sağlayan usta bir yardımcısıdır artık. Refik, İzmir’den Ege içlerini yakıp yıkarak işgal eden düşmanı durdurabilmek, bu arada İngilizlerin parasal yardımı ve İstanbul Hükümeti’nin emriyle örgütlenen Anzavur kuvvetlerinin Ankara’ya yürümelerini önlemek, başta Yozgat İsyanı olmak üzere Ege ve Anadolu’daki bazı isyanların bastırılması amacıyla çalışan Çerkes Ethem’in yanından hiç ayrılmayacak, onunla birlikte Yunanistan’a iltica edecektir. 

M.S: Neden?

MBİ: Çerkes Ethem’in neden Türkiye’den ayrıldığı, tarihimizin önemli sayfalarından biridir. Mustafa Kemal Atatürk de, Nutuk’ta bu olaya geniş yer vermiştir. Olay kısaca şudur: Ethem’in Atatürk’le arası, Yozgat İsyanı’nın Kuvây-ı Seyyare tarafından bastırılmasından sonra bozulur. Kütahya dolaylarındaki Ethem kuvvetleriyle Kuvây-ı Milliye fırkaları arasında silahlı çatışma yaşanır. İlk meclis, Çerkes Ethem’i hain ilan eder. Ethem, meclisin bu kararı üzerine biri milletvekili olan iki kardeşiyle birlikte Yunan İşgal Kuvvetleri’ne teslim olurken, Refik de aynı yolu izler. Refik, Yunanistan’daki hayatına Gümülcine’nin Şapçı kasabasında artık Kemal Paşa’nın neferlerine silah sıkan bir “hain” olarak devam edecek, eski hayatını herkesten gizleyecek ancak hiçbir şekilde unutmayacaktır.

M.S: Çerkes Refik’i Yunanistan’da ne gibi olaylar beklemektedir?

MBİ: Herkesten sakladığı, Türk askerlerine karşı Çerkes Ethem’in yanında savaşması, Türkiye’den kaçıp Yunan askerlerine sığınması; Refik’in, Yunanistan ve 1955’ten sonra Türkiye’deki hayatı boyunca hep “korku”su olmuştur. Romanda bu korku masalımsı bir şekilde anlatılmaktadır…

http://www.metinsoylu.com/upload/Image/pirireis2014/roportajlar/mehmet_bican/IMG_1659.jpg
M.S:
 Nasıl? Ne demek masalımsı?

MBİ: Meselâ şöyle: “Eskiden kurtlar koyunlarla yürür, aslanlar kaplanlar kimseye saldırmazlarmış. Kuşlar yırtıcı, yılanlar zehirli değilmiş, insan elinden beslenirlermiş hep. Kimse kimseden, tüm mahlûkat hiçbir mahlûktan korkmazmış. Bilcümle yaratığın hiç düşmanı yokmuş. Sonra, sevdiği kadın uğruna Dünya’ya düşen Âdem’in kusmuğundan zehir ağacı bitince… O ağacın kokusu, çiçekleri, yaprakları, dalları, meyveleri tüm Âdemoğullarıyla mahlûkata ve de nebatata düşmanlık hissi vermişmiş. İşte o gün… Hayvanların insanları, insanların hayvanları yok etmeye başladığı gün; güneşin, rüzgârın, denizin, akarsuyun, gece karanlığının, gündüz aydınlığının, tüm renklerin ve de kokuların katledildiği; çiçeğin boynundan koparıldığı gün gelmiş… Korku oturmuş tüm mahlûkatın içine…”

M.S: Gerçekten masal gibi… Peki, tarihi bir romanın içinde böylesine masalımsı anlatımlara gerek var mıydı?

MBİ: Vardı! Çünkü ailemizin Çerkes Eniştesi Refik Bey korkusu yüzünden aklını yitirmişti. Korkusuz bir kahraman olan bu adamı korkak, pısırık yapan ve de akıl hastanesine gönderen sebepleri anlatırken, böyle bir yol izlemem benim için çok önemliydi. Bunu başardığımı sanıyorum. Yani, gerçek ama masalımsı bir roman…

M.S: Refik Bey romanda tek başına değil herhalde…

MBİ: Hayır. Refik Bey, tarihin bir dönemine ışık tutan yaşanmışlıklarının yanı sıra pişmanlıkları, içsel hesaplaşmaları ve de acılarıyla yaşarken çok sevdiği eşi, çocukları da yanında. Ben de yanındayım.

M.S: Gerçekten mi?

MBİ: Evet. Ailede Çerkes Enişte diye anılan Refik Bey, halamın eşidir. Yunanistan’dan Türkiye’ye göç edince tanıdım onu. Zaten o günkü anılarım zorladı beni, bu romanı yazmaya…

M.S: Başka kim var romanda?

MBİ: Çerkes Enişte’nin yanı sıra Mutaf Âmed adlı kahramanın, özellikle eşi Hanfe Gadi ve yakınlarının yaşam öyküleri de öne çıkıyor. Meselâ, Mutaf Âmed babam, Hanfe Gadi de annem…

M.S: Bu kahramanların romandaki konumu ne?

MBİ: Mutaf Âmed eşi ve çocuklarıyla, İkinci Dünya Savaşı günlerinde Şapçı’yı işgal eden Bulgar askerlerinin zulmünden kaçarak, Türkiye’ye göç eder. Özlemle koştukları Türkiye’de savaş yıllarında yaşadıkları yoksulluk ve sefalet, Hanfe Gadi’yi dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye düşmanlık beslemesine neden olur. Aynı şekilde, eniştesi Refik Bey de, Yunan İşgali sırasında yaşadıklarından dolayı İsmet Paşa’dan nefret etmektedir. Şapçı’dan sonra yolları İstanbul’da kesişen Hanfe Gadi ile Çerkes Enişte, Türkiye’de cehennemi yaşadıklarını, cennetin Yunanistan’ın Şapçı kasabasında kaldığını haykırmaktadırlar.

M.S: Çerkes Enişte romanında dönemin başkaca olaylarında da söz ediyor musunuz?

MBİ: Evet. Mutaf Âmed ve Çerkes Enişte ailelerinin yaşam öyküleri anlatılırken, 1920–1965 aralığında Yunanistan ve Türkiye’deki gelişmeler de söz konusu… Özellikle Türkiye’de o dönemde yaşanan bazı olaylara gönderme yapıyorum. İkinci Dünya Savaşı günleri, Kore Savaşı, 6–7 Eylül olayları, 22 Şubat ve 21 Mayıs ihtilal girişimleri, Başbakan İsmet İnönü’ye suikast olayları da var. Bu olayların anlatımı dolayısıyla roman bir belgesel özelliğe de bürünmektedir.

Tam 35 yıl sonra…

M.S: Çerkes Enişte Yunanistan’dan Türkiye’ye göçüyor… Yıllar sonra…

MBİ: Evet, 35 yıl sonra…

M.S: 35 yıl sonra Yunan vatandaşı olarak Türkiye’ye göç ediyor. Mutaf Âmed ve ailesi de Yunanistan’dan göçüyor. Bu kurgusu dolayısıyla romana bir göç öyküsü diyebilir miyiz?
MBİ: Aynen öyle… Zaten bu romanımı, yaşanan göçlerin acılarını, terk edilen toprakların yangınını, vatan hasretini son nefesine kadar yüreğinde taşıyanların cennet bildikleri yere varmak yolundaki çabalarının nasıl bir ağır bedele dönüştüğünü; kısaca göçlerin, muhacirliğin ne demek olduğunun altını çizmek için yazdım.

M.S:
 Ama sanıyorum, Çerkes Ethem gerçeğini de tartışmaya açıyorsunuz… Hemen soruyorum: Çerkes Ethem bir hain miydi, yoksa bir vatansever mi?

MBİ: Ben de hemen cevap veriyorum: Romanım tarihi bir gerçeğin aynasıdır. Çerkes Ethem ve çevresindekiler hain değil, birer kahraman, vatanseverdi! Dilerim “Çerkes Enişte” romanı bu konuyu yeniden gündeme taşır ve gereğince tartışılmasını sağlar.

M.S: Teşekkürler… Yeni kitabınız hayırlı olsun!

http://www.metinsoylu.com/upload/Image/pirireis2014/roportajlar/mehmet_bican/ceniste.jpg