Adana’yı konuşuyoruz, başka kentlerde yaşayanların kendi yaşam alanlarını konuştuğu gibi haklı olarak… Sabah bu kentte gözlerimizi açıyor, gün içinde bu kentin havasını soluyorsak, bu kentin yüzlerine bakıp düşünüyorsak elbette bu kenti konuşacağız… Vergisi istencimiz dışında alınan görmediğimiz yolları, tünelleri, köprüleri, daha neler varsa bilmediğimiz onları düşünecek durumda değiliz! Kendi yaşam alanımızı koruyalım ki/ başka kentleri de koruyabilelim, kendi kentimizin insanının doymasını sağlayalım ki/ başka kentlerin yoksulluğuna da çözüm arayalım…
Bu olguyu yüzyıllar öncesinden halk ozanı Yunus Emre “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, sen kendini bilmezsen, bu nice okumaktır” sözleriyle dile getirmiş, “ilim kendini bilmektir” derken de insanın yaşamını sürdürdüğü alana ne denli duyarlı olduğunu, nelerini bildiğini, nelerini kanıksadığını sorgulamış… “Kendini bilmedikçe”, her şeyin ezber olduğunu belirterek “okudum bildim deme, çok taat kıldım deme, eğer hak bilmez isen, abes yere gelmektir” sözlerini kullanmış.
***
Bunları neden yazdım biliyor musunuz? Her fırsatta Adana’ya desteklerini sürdürdüklerini, bugüne değin olduğu gibi bundan sonra da desteklerini sürdüreceklerini söyleyenlerin göz boyamaktan ileri gitmediklerini vurgulamak için yazdım! Adana’da yaşayanlar, Adana’nın nereye sürüklendiğini, her geçen gün daha da yoksullaştığını, tarımla uğraşanından sanayisine/ tekstiline değin zor günler yaşadığını, işsizliğin özellikle genç kuşakta büyüdüğünü, işe girenlerin “hep” bilinenler olduğunu, arkası/ dayısı olmayanın çocuklarının işsizliklerinin sürdüğünü herkes biliyor!
Toprağını işleyen çiftçinin ne durumda olduğunu biliyorlar örneğin, hasadını yaptıkları ürünün yıllık artışının girdi artışlarından çok geride olduğunu da biliyorlar… Birçok üreticinin toprağını ekerken borçlandığını, hasat sonunda emeğinin bile karşılığını alamadığını da biliyorlar! Ama buna karşın, yaptıkları salon toplantılarında Adana için neler “yapacaklarını” da anlatmaktan uzak durmuyorlar, Adana’yı bilmeyen/ umursamayanların alkışlarıyla onurlanıyorlar…
**
Birkaç yerden duymuş/ okumuştum. Geçtiğimiz gün Saadet Partisi Adana İl Başkanı M. Çelebi Keyhıdır, yaptığı açıklamasında Adana’nın sosyo-ekonomik gelişmişliğini dile getirirken, yirmiikinci sıraya düştüğünü belirtirken şu sözlere yer veriyor: “Kayseri 17’nci, Konya 14’üncü sıradayken, dün il olan Yalova 9’uncu sıraya tırmanmış durumda. Bolu bile 16’ncı sırada. Adana’yı bu duruma getirdiler. Sanatçısına sahip çıkmadılar, bilim insanını küstürdüler, girişimcisini kovdular. En verimli topraklara gecekondu mahalleleri kondurdular.”
Bir zamanların “taşı altın” olan Adana, şimdi Kayseri’nin, Yalova’nın, Bolu’nun da gerisine düşmüş! Adana’nın havalimanı kapatıldı bir şey demediler, daha ne diyorsak artık! Ama yaptıkları toplantılarda, yine yurttaşın gözlerine bakarak neler diyorlar hep duyuyoruz, duydukça da Adana’dan “başka” hangi değerler koparılacak diye düşünüyoruz!
***
Adana gibi, bekletilmeden ekilebilen verimi bol toprakları olan kaç kent var ki? Kış aylarının en sert aylarında bile toprakları işlenebilen kaç kent var? Üstelik atadan toprakla kardeş olmuş kaç kent… Bugün birçokları toprağına küs gibi uzak, uzak kaldıkça toprağı karın doyurmayan… “Hani, bir zamanlar Adana var ya” denilmesinden yorgun bugün Adanalı! Bugünün kuşağı “bir zamanlar Adana” konusunu Orhan Kemal’den, Yaşar Kemal’den okuyor ancak; acı değil mi?
***
“Toprağı altın Adana”, nasıl, neden kendi yazgısına terk edilmekle de kalmayıp, umursamaz yöneticilerin, milletvekillerinin yaşam alanı bildiği yer oldu böyle? Sosyo-ekonomik gelişmişliği ilk dörtte/ beşte olduğu günleri anımsayanlar bilir, komşu kentlerin bile geçim kapıydı o zamanlar… Adana emekçiyi doyururdu, emek vereni doyururdu, çalışanı doyururdu, çalışmayanı utandırırdı! Bugün sokaklar ne yaptıkları bilinmeyen “doymazlardan”, işsizlerden geçilmiyor; neden?
Adana’yı konuşacağız elbette, herkesin yaşadığı kenti konuştuğu, eksilenlerini dile getirdiği gibi… Yunus Emre’nin “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, sen kendini bilmezsen, bu nice okumaktır” sözlerine kulak vereceğiz… Çünkü Adana’nın sesi kısık, toprağının verimidüşük, emeğin kenti olmaktan uzak... Üretimden uzaklaştırılan, sanayisi törpülenen, tarımı borçla sürdürülen bir kentte, yoksulluk yazgı gibi sunuluyor ısrarla. Şimdi, seçim zamanını anımsanmaktan yorgun Adanalı… 151125