GÖRPE’DE 3 YILDA DİPLOMA 

Mehmet Ali Doğan 1920 veya 1921 doğumlu olabilir. Babam Mehmet Kadıoğlu ile yaşıt. 1927’de Görpe’ye okul açıldığında beraber burada 3 sene okuyup ilkokul diploması almışlar. Her ikisine de astsubay olmaları için teşvik eden olmuş. Babamın anası Selime babaannem (ebem) ağlayıp sızlamış ben babasından yadigarımı elin dağlarına göndermem demiş ve babam astsubay olamamış. Ama Mehmet Ali Doğan köyden Cumhuriyet döneminin ilk devlet memurlarından olmak üzere astsubay olanlardandır.

Babamın babası dedem, İstiklal harbinde askerlik yapmış ve askerdeyken 3 erkek 2 kız olmak üzere 5 çocuğu varmış. Askerliği savaş halinde olduğundan gelip gitmelerle 7-8 sene devam etmiş. Ve babama ebem hamileyken 1921’de savaş bitmiş, dedem askerlik dönüşü, Konya’da hastalanmış ve kurtulamamış vefat etmiş. Rahmetli babamın; dedemin künyesinin ve ölümünde üzerinde bulunan bir 5 kuruşun çok sonraları devlet(askeriye) tarafından eşi Selime ebeme gönderildiğini söylediğini hatırlıyorum.

Cumhuriyet döneminde 1927’de Görpe’ye açılan okul kadrosuna da dışardan biri, yani köyden olmayan biri, Ali Öz öğretmen olarak görevlendirilir. Ali Öz de yukarıda bahsettiğim Görpe’de yaşamış ve sayılı kişilerden olan Hidayet Efendi’nin torunu Hasan Doğan’ın eşinin amcası oluyor. Ali Öz 3 yıl okutuyor ve okuyanlara ilkokul diploması veriyor. Öğretmen Ali Öz askere gidiyor ve okula bir daha öğretmen verilmiyor, kadro da iptal ediliyor. Bu üç yıl içerisinde, Mehmet Ali Doğan, Ahmet Erdoğan, Mehmet Kadıoğlu gibi isimler mezun olup ilkokul diploması alırlar.
YEŞİL SARIKLI NASUH HOCA ve KÖSMAM
1927’de açılan Görpe’deki okulun 3 yıl devam etmesinden sonra uzun yıllar 1957 yılına kadar köye okul açılmamış ve çocuklar okula gönderilememiş. Ancak Hasan Doğan’ın anlattıklarına göre (kendisi de okula gidemeyenlerden ama bir şekilde sonradan dışardan okul bitirip, adliyeden emekli olmuştur) Köyde Nasuh Hoca; Osmanlı döneminin yeşil sarıklı hocası ve Kıbrıs Adasındaki Kıbrıs Cami’nde uzun süre imamlık yapmış bir hoca ve Köse İmam’ın köydeki kısaltılarak söylenişi Kösmam Hoca ile birlikte köyde medrese tipi, çocuklara dini ders verirlermiş. 

Nasuh Hoca ve Kösmam’ın Medrese tipi okutması 1957 yıllarına kadar devam eder. 1957 yılında Kükür’ün merkez mahallesi konumundaki Görpe’ye Kükür Köyü İlkokulu, öğretim yılının başlamasından 2 ay sonra açılır eğitime devam eder. Ben de o yıl senenin başında, Kılıç köyündeki okula başladığım için, Kılıç Köyü İlkokulunda birinci sınıfı okudum. İkinci sınıfta Görpe’ye kaydımı aldırıp devam ettim. 13 mahallesi olan Kükür’e ait okul Görpe merkez diyerek okul açılınca bütün mahallelerden çocuklar gelirlerdi. Ama çok zor şartlarda gelinirdi. Benim mahallem Hasanbükü’nden okula 2 saatte gelinirdi. Düşün 7 yaşındaki bir çocuk okuyabilmek için günde 4 saat yol yürümesi gerekirdi. Ben ikinci sınıfta çok zor şartlarda gidip gelebildim. Uzaklıktan dolayı 3 ve 4. sınıfları başka köylerde okudum. Bir de çocuksun ve arkadaşlarınla çocukluğunu yaşayacaksın. Yollarda oyun oynamak isterdik. Gülle ve ağaçtan yapılmış ucu sivri çivi veya inşaat çivileriyle çivi oyunları oynardık. Eve dönüşlerde oynadığımız için, zaman zaman da vakti unuttuğumuz, eve geciktiğimizden ailemizi telaşlandırdığımız olurdu.
AYŞE TEYZE
Genelde her mahalleden okula gelen çocukların hepsinin yolu üzerinde çam ormanları ve Akdeniz Bölgesi maki bitki topluluğu ormanları vardı. Ormandan geçişte her öğrenci, okulun sobasında yakılmak, üzere bir metre gibi uzunlukta, gücünün yettiği kalınlıkta, birer odun getirirdi. Bu arada şu notu da vermeden geçemeyeceğim; okulun hemen arkasında Ayşe Teyzemiz vardı. Ayşe teyze hiç evlenmemişti ve Kükür’lü Hasan Efendi’nin yeğeniydi. Köylerde adettir, Cuma öncesi Perşembe günleri, çevreye bir takım yiyecekler dağıtılırdı. Ceviz, kuru üzüm, kurutulmuş incir, heleş (pekmezden incir reçeli), susamdan pekmezle yapılmış samsıra, vs. Ayşe teyze de okul çocuklarına, Perşembe günleri genelde pişi yapıp dağıtırdı. Öğrencilerin sobada yakmak üzere getirdiği odunlardan, Ayşe teyzeye verir, onun da kışlık odun ihtiyacını karşılamış olurduk.
KÖYÜN MUHTARLARI
Anamur’un Doğusundan Batısına, Toros dağlarının tüm eteklerini sarmalamış, Kuzey cephesinin tamamında ve en aşağısı Çiçeklice, en yukarısı Bulu’ya kadar 8 saatte gidilen, 13 mahalleli Kükür’ün, Cumhuriyet dönemi ilk Muhtarı Kükür’lü Hasan Efendi’dir. Muhtarlık döneminde köyün mahkemelik tüm problemlerini halleder, köylüyü Anamur’a mahkemeye kolay kolay göndermezmiş. Ondan sonra da Salih Efendi (Salih Arslan) muhtarlığı devralmış. Ve devamında Ahmet Doğan( Muhtar Ahmet) ve ondan sonra kısa bir dönem görevlendirme ile Hasan Topşar ve seçimle 4- 5 dönem muhtarlık yapmış Mehmet Kadıoğlu muhtar olmuş. Tabi ondan sonrası yakın dönem muhtarlıkları var.

Bu muhtarlardan Muhtar Ahmet’in oğlu Hasan Doğan, babasının muhtarlıktan azil edilip muhtarlığın Hasan Topşar’a verilişini şöyle anlatıyor: “Babam 4-5 dönem muhtarlık yaptı ve son döneminde kaymakamlık bir yazı gönderdi. Yazı Abanoz yaylası yol yapımı için köylüden parasız işçi ister. Muhtar da ben oraya işçi veremem, kendi köyümün yolunu yaptırırım şeklinde yazı yolladı. Bu geçer ama daha sonra bir yazı daha gelir. Anamur’un su kanalı için köylüden işçi istediler. Muhtar da “ben Sinan Osman’gilin darısı sulanacak diye işçi göndermem diye yine yazılı bir şekilde cevap yazınca, muhtarlık görevini 1. aza Hasan Topşar’a verildi. Ondan sonra da seçim yapıldı ve muhtarlığı uzun süre Mehmet Kadıoğlu yaptı.”

Yukarda da bahsettiğim gibi köydeki muhtarlar, köylünün birçok problemlerini şehre göndermezler kendileri çözerlermiş. Kardeşler arasında mal anlaşmazlıkları, sınır belirleme, komşular arsında çıkan anlaşmazlıklar, karı koca arası anlaşmazlıklar da muhtar azalarıyla birlikte olur, tarafları bir araya getirip ortayı bulurlarmış. Buna örnek, kendi çocukluğumda babamdan (muhtarlık yaptığı bir dönemde) duyduğum bir olayı anlatayım:
13 mahalleden biri olan Maşat’ta Veli Kirişçi, köylü tarafından söylenen bir diğer ismiyle Kör Veli (Hatırladığım kadarıyla bir gözü kördü), yeni evlenmişler ve eşiyle geçimsizlikleri çok fazla boyutta olup, sık sık kavga ederlermiş. Bu vesileyle şunu da ifade edeyim; Kör Veli (Veli Ağa) halim salim, uyumlu sakin ve masum yüzlü bir insandı. Tabi Hakkın rahmetine kavuştu, mekanı cennet olsun.

Yanlış hatırlamıyorsam karısının adı Fatma idi. Kendi aralarında konuşarak bu geçimsizliğimizi muhtara gidip (“Muhtar Ağama anlatalım” demişler) anlatalım, kim haklı kim haksız anlayalım demişler. Veli Ağa, hanımı Fatma’yı arkasına takıp bir mahalleden muhtarın (Mehmet Kadıoğlu) bulunduğu mahalleye gelirler. Muhtar Ağaları her ikisini de dinler. Fatma’yı haklı bulur ve muhtar Veli’ye, keçi boynuzundan yapılmış sapı olan bir bıçak verir, bıçağın sapı kalınlığında, evin hemen önündeki nar ağacından, 50- 60 cm uzunluğunda bir sopa kesip getirmesini söyler. Veli de emredersin “Muhtar Ağam” der ve sopayı kesip getirir. Zaten iki odası olan evin bir odasına Veli’yi diğer odasına da Fatma’yı koyar. Sopayla Veli’yi normal şartlarda vurarak, bir daha eşine iyi davranmasını söyleyerek döver. Eşi Fatma’nın da yanına bir yastık koyup yüksek sesle ona da nasihat eder ve sanki Fatma’ya vuruyormuş gibi yastığa sopayı vurur. Ve yine her ikisini peş peşe yola koyup evlerine gönderir. Bir daha da geçimsizlik olmadan evliliklerini devam ettirmişler ve Muhtar Ağalarını her gördüklerinde dua ederlerdi.  Ben çocukluğumda bizzat kendilerinden ve babamdan duydum. Bu olay, köylerde eskiden muhtarların nasıl görev yaptıklarına örnektir.

Bir sonraki bölümde, mübadele(değişim) ve köylülere soyadı verilmesi meselesinden bahsetmek üzere.
Hoş kalın. Şubat 2016. İsmet Kadıoğlu. Antalya