Ali Rıza Binboğa’nın Öğretmen adlı bir şarkısı vardır.

Öğretmenin önemini, değerini anlatır.

“Öğretmen kutsaldır ana gibi

Öğretmen kutsaldır baba gibi”

Özellikle de ilk öğretmene vurgu yapar ve sorar;

“İlk öğretmenin kim senin

Kim öğretti alfabeyi?”

Sonra bu mesleğin kutsallığını hatırlatır.

“Bir harf için kırk yıl köle olunuyorsa

Yirmi dokuz kere kırk yıl kölesiyiz öğretmenin”

Elbette insan yararına olan her meslek önemlidir, kutsallık mertebesi abartıdır, yalnızca ne kadar önemli olduğunu öne çıkarır.

Bendeniz bu konuyu kendi mesleğim olan tiyatro sanatı açısından ele almak istiyorum.

Tiyatroyla Dumlupınar Lisesi’nde tanıştım. Ama orada tiyatro gurubunda yer alamadım. Oyun çalışan arkadaşlarımı izledim, arka planda yardımcı olamaya çalıştım.

Provaları izlerken notlar alır, sonra İstasyon karşısındaki kütüphaneye gidip, o notlardaki terimleri, kişileri araştırırdım.

Yani ilk öğretmenim lise tiyatrosunu yöneten sevgili Melike Efendioğlu’ydu.

Sonra Mersin Bölge Tiyatrosu’nda 72. Koğuş oyununu yöneten değerli tiyatro adamı İsmet Barlas, Mersin Bizim Tiyatro’da Refik Yoksulabakan ve elbette bendcen eski oyuncu arkadaşlarım, bunlar benim bu meslekte ilk öğretmenlerim oldular.

Melike Hocam hala hayatta ve görüşüyoruz, diğerleri vefat etti, onları saygı ve sevgiyle anıyorum.

Gelelim bu yazının asıl meselesine, günümüz oyuncularına...

2000 yılında Mersin Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nu kurduk ve ben hemen ücretsiz kurs açtım.

Tiyatro sevdalısı gençler akın ettiler.

Aylarca süren kurslarda bu gençleri yetiştirdik, sahneye çıkardık, mesleğin inceliklerini öğrettik.

Ben alaylıyım, yani usta-çırak yöntemiyle yetiştim, kendimi yetiştirdim. Akademik eğitim almak içimde ukde kaldı.

Bu nedenle gençleri konservatuvar eğitimine yönlendirdim.

Konservatuvar okumak isteyen gençleri ayrıca hazırladık, sınavlara gönderdik ve kısa sürede başarılı olduk.

Sonra 2004 yılında Mersin’in ilk özel tiyatro salonu olan Altan Erkekli Sahnesi’ni kurdum ve burada kurslara, gençleri konservatuvara yönlendirmeye devam ettim.

Özellikle yaz aylarında, konservatuvar hedefleyen gençlere ayrı sınıflar oluşturduk, daha önce konservatuvar kazanan öğrencilerim Mersin’e geldiklerinde bu gençlere öğrendiklerini aktarsınlar diye olanaklar sağladım, ben de o dersleri izleyerek, öğrencilerimin öğrencisi oldum.

Şimdi asıl can alıcı noktaya geldik.

İstisnalar kaideyi bozmaz derler ya, şimdinin ünlü olmuş ya da olmamış, konservatuvar okumuş gençlerin künyesine bakın.

Doğum yeri, belki okuduğu lise yazar ve sonra şu şu konservatuvar mezunu diye devam eder.

Sanki o konservatuvara uzaydan ışınlanmış!

Diyelim ki, Müjdat Gezen Sanat Merkezi’ni kazanan bir öğrenci künyesine bunu yazar ve “Mujdat Gezen benim hocamdı” diye hava atar.

Belki Müjdat Hoca bir kaç derse girmiştir.

Ama ismi vardır ve bu kendisine bir paye getirir diye düşünür.

Peki ya kimdi senin İLK ÖĞRETMENİN?

Sana sahnede durmasını, elini kolunu kullanmasını, vurgu, tonlama, duygu vs’yi ilk öğreten, senin konservatuvar kazanmanı sağlayan İLK ÖĞRETMENİN kimdi?

Bugün siz ilk öğretmenlerinizi unutup vefasızlık yapıyorsunuz, yarın da (eğer kazara ünlü biri olmazsanız) sizin de yetiştirdiğiniz, emek verdiğiniz sizi unutacak.

Haaa, siz bizi ununttunuz diye biz bir şey mi kaybediyoruz, ya da ismimizi andığınızda çok şey mi kazanıyoruz?

Bir şey kaybetmiyoruz, ismimizi andığınızda da sadece azıcık mutlu oluyoruz, sizlerle daha çok gurur duyuyoruz, o kadar.

Bana gelince, siz sevgili öğrencilerim, benim adımı ansanız da anmasanız da, sizler başarılı işler yaptığınız sürece ben sizlerle her zaman gurur duyuıyorum. Kimse bilmese de emeğimin boşa gitmediğini görüyor biliyorum. Başkasının bilmesine de gerek yok.

Arada bir sor kendine; İLK ÖĞRETMENİM KİMDİ BENİM?