İKTİSAT ZENGİNLİK, İSRAF FAKİRLİKTİR
“Tabağına yiyebileceğin kadar yemek, hayatına sevebileceğin kadar insan al. İsrafın lüzumu yok. Tabaktaki yemek karnını, hayatındaki fazla insan da başını ağrıtır.”
İsraf; gereksiz harcama, lüzumsuz tüketim, tutumsuzluk olarak tanımlanmaktadır. Savurganlıkta, israftır. İsraf, malını, faydası olmayacak şekilde tüketip yok etmektir. “İktisat eden zenginleşir, israf eden fakirleşir” demişler büyüklerimiz.

Tirmizi; herkes kıyamette şu dört soruya cevap vermek zorunda diyor.
Ömrünü nasıl geçirdin?
İlminle nasıl amel ettin?
Malı nereden, nasıl kazandın ve nerelere harcadın?
Cismini, bedenini nerede yordun, hırpaladın?
Ömrün iyi kullanılması, ilminin paylaşılması ve yerinde kullanılması, malın tüketimi(israf var mıdır yok mudur) nasıl, bedenini hırpalayıp yordun mu? İşte israfın olup olmadığının sorgulanması var orada, diyor Tirmizi.

Timrizi’nin sözüne benzer, konumuzla ilgili İmam Gazali’nin sözü de şöyle:  “Yeryüzünde işlenen tüm kötülüklerin, günahların üç sebebi vardır. Onlar:
Haksız kazanç,
Haksız yere harcama yapmak,
Ve haklı yere harcama yapmamak,” diyor. Helal kazanmaktan ve kazandığını uygun harcamaktan bahsediyor. İsraf olmamalı ve gerekli şekilde harcamalı.

Giyim eşyalarını iyi kullanmayıp, çabuk eskitmek, yırtmak, yıkamada suyu, deterjanı çok harcamak, elektriği ve tüp ya da doğal gazı boş yere yakmak israftır.

Dünyadaki bütün insanların, boşa harcadığı zaman, enerji ve emek hesaplandığında dünyada, milyonlarca fakir insanın, ihtiyaçlarına yetecek mal elde edilebileceği söyleniyor.

Evimizde veya gittiğimiz otellerde(özellikle açık büfe dediğimiz yerlerde) karnımız doysa, gözümüz doymayacakmış düşüncesiyle tabaklarımızı aşırı şekilde doldururuz. Her insanın yiyebileceği yemek sınırlıdır. Ama maalesef alınan yemeklerin yarısının tabaklarda kaldığını ve sonrasında o kalan yemeklerin atıldığını biliyoruz. Al kardeşim yiyebileceğin kadar al ve israf olmasın. Tabağına yiyebileceğin kadar yemek al. Çok aldım diye de çok yersen, karnın ağrır, rahatsız olursun.

SEVGİ PARADIR
İnsanlardan sana yanlış yapanlar olursa, onlardan uzak durmalısın. O zaman sana yanlış yapacak fazla insanları hayatına alma. Sana yanlış yapmayacak başını ağrıtmayacak insanları hayatına almalısın.

Kıskanan insanlar hayatınızda olmamalı. Sevinç ve üzüntülerinizi paylaşacak insanlar hayatınızda olmalıdır. Bencil ve yapmacık davranışlara sahip olanlar da hayatınızda olmasın. İkiyüzlü olanlardan uzak durun. Yüzünüze başka arkanızdan başka konuşanlardan uzak durun. Güven vermeyen ve sır saklamayan kişileri de hayatınıza almayın. 

Yukarda bahsettiğim iyi davranışlara sahip ve senin kötü gününde yanında olabilen insanları seversin. Kötü insanlar sana zarar verir ve onları sevemezsin. Hayatına sevebileceğin kadar insan al. Fazla alırsan başın ağrır.

Sevgi insanın içine huzur veren, bu dünyayı anlamlandıran, ne kadar manevi olsa da maddi değerleri aşabilen bir şeydir. O olmazsa bu dünya çekilmeyecek kadar zor olur. Sevmek ve sevilmek insanın değerli olduğunu gösterir. Sevilen birisi kendini güçlü hisseder ve mutlu olur. Sevmek ve sevilmek hiçbir şeye değişilemeyecek kadar büyük bir değerdir. Sevmek ve sevilmek, insanı mutlu eder. Kendimizi iyi hissetmemizi sağlar.

Torunum Baha, kendini değişik, güçlü hayvanlar yerine koyuyor. Örneğin ben aslanım, ejderhayım diyor, onların taklitlerini yapıyor. Anneannesine de, sen beni sevgiyle büyütüyorsun, o zaman ben çok güçlü oluyorum diyor. Ve güçlü olduğunu gösteren hareketler yapıyor. 6 yaşındaki çocuk gücün sevgiyle oluşacağını biliyor. Sevginin yapamayacağı şey yok. “Sevgi maddi değeri olmayan paradır.”

“SEVGİNİN BÖYLESİ”
Genç ve güzel bir kadının; eşi subay ve yakışıklıydı. Genç kadın yapılan bir ameliyat sonucu gözlerini kaybetmiş ve bir daha asla göremeyecekti. Eşi üzüldü ama karısını asla bırakmayacak ve kendi ayakları üzerinde durabilmesi için elinden geleni yapacaktı. 

Kadın günler geçtikçe kendini daha kötü hissediyordu. Ve çok sevdiği eşine yük olduğunu düşünüyordu. Eşi, karısının karamsar haline çok üzülüyordu. Eşinin eski işine dönmesi onun kendine gelmesini sağlayacak diye düşündü. Ama bunu ona nasıl söyleyecekti.

Bütün cesaretini topladı akşam konuyu açtı. Eşi tepkiyle karşıladı ve ben nasıl yaparım ben körüm diye bağırdı. Kocası her gün işe kendisinin bırakıp akşamları iş çıkışında da alacağını ve ona güvendiğini söyledi. Kadın eşini çok seviyordu ve onu kırmak istemiyordu. Ve dediğini kabul etti. Kocası her sabah karısını işine bıraktı akşamları da işten kendisi aldı.

Kadın günler geçtikçe bu duruma alıştı ve daha rahat işe gider oldu. Kocası akşam artık kendin işine gidip gelmelisin dedi. Karısı şaşırmış bir şekilde, bunu asla yapamayacağını söyledi. Kocasının yapabilirsin ısrarı üzerine onu kıramadı ve kabul etmek durumunda kaldı. Bunu aslında kendisi de istiyordu.

Sabahları otobüs durağına artık kendisi gidiyordu. Otobüse biniyor ve otobüsten inerek işine gidebiliyordu ve hiçbir problem yoktu. Bir gün kadın otobüse binerken, şoför: Sizi kıskanıyorum hanımefendi dedi. Kadın neden diye sordu. Şoför: Çünkü her sabah sizin arkanızdan bir subay otobüse biniyor ve bütün yol boyunca sevgi ile size bakıyor, siz otobüsten indikten sonra yeşil ışıkta yolun karşısına geçmenizi bekliyor, siz binaya girdikten sonra arkanızdan öpücük yollayıp, size sevgiyle el sallıyor dedi.

Herkesin, ‘Sevginin Böylesi’ ile sevmesi ve sevilmesi, en önemlisi de ‘Sevginin Böylesi’ni hak edecek insanla birlikte olması dileğiyle… 

Sözün özü:
Küçük adamların gölgesi uzamaya başlamışsa, güneşin batması yakın demektir. 
Güneş batmaya başlayınca gölgeler büyür. Bazı insanlar bu gölgenin büyüklüğüne bakar onu takip eder. Gölgenin büyüklüğünden faydalanmak ister.
Işıklar kapanır ya da güneş batar; küçük insanların gölgeleri kaybolur, kendileri kalır. Gölgesiz. Büyük gölgelerine bakarak kendilerini büyük sananlar; güneş batınca gölgesiz yaşamaya devam ederler. Onlar gölgeleri olmadan da bırakalım yaşasınlar, “hak ettikleri kadar değer bularak.” 
Gölgeleri büyük, küçük insanlar, hak ettikleri yerde olsunlar. Gölgesiz gerçeklerini, örtüsüz, çıkarsız, yalansız, sadece hak ettikleri kadar yaşasınlar.
Hoş kalın. Şubat 2017. İsmet Kadıoğlu