HASTANE
Hasta olanları ayakta ya da yatırıp, hastalığını yenecek yöntemlerin uygulandığı sağlık kurumu hastanedir. Kısaca hastaların tedavi edildiği donanımlı yerdir.

Hastanelerin çok eski bir geçmişi var. Hindistan’da bundan binlerce yıl önce hasta barındırma yerleri vardı.

Eski Mısır ve Yunanistan’da da hastalar için özel binalar yapılıyordu. Türkler de hastane yapımına önem vermişlerdir. Darüşşifa (sağlık evi) Selçuklular ve Osmanlılar zamanında yapılmış ve Türk hekimleri hastalarını buralarda tedavi etmişlerdir. Bu darüşşifalar arasında İstanbul ve Edirne’de yapılanlar ünlüydü.

Eski çağlarda batıl dinlerin tapınakları hastaneler olarak kabul edilebilir. Hastalar tapınaklara gelirler ve geceyi buralarda geçirirler ve ilahi kuvvetlerle yakın temas kurarak iyileşeceklerine inanırlardı.

Milattan önce, Yunan ve Roma tapınaklarının yanında sağlık tesisi gibi kullanılan kuruluşlar bulunmaktaydı. Ve bunların en meşhurları Anadolu’da idi.

Anadolu’daki ilk hastane Mardin’de Artukoğullarından Eminüddin tarafından yaptırılmıştır (1132). İkinci önemli hastane Selçuklu hükümdarı Kılıç Arslan’ın oğlu Gıyaseddin Keyhüsrev’in ikinci saltanatı zamanında, kız kardeşi Gevher Nesibe tarafından Kayseri’de yaptırılan Gevher Nesibe Hastanesidir(1205).

Cumhuriyet döneminde, sadece hastane tedavisini teşvik bakımından 1924 yılında alınan bir kararla, Ankara, İstanbul, Sivas, Trabzon, Erzurum ve Diyarbakır illerinde birer örnek (Numune)hastane yaptırıldı.

Memleketimizde numune hastanelerinin geliştirilmesi ve sağlık konusunda atlanılan çağ üzerine; nerdeyse her ilde araştırma tıp fakültesi hastaneleri yapılmış, her türlü tedavi ve ameliyatlar en sağlıklı şekilde yapılmaktadır. Antalya’da da her iki isimde hastanemiz vardır.

Yaşlandık ondan mıdır nedendir bilmem. Son iki yıldır ufak sandığımız ama ameliyat olduktan sonra zorluğunu anladığım ameliyatlar başımdan geçti. Bu vesileyle Antalya Tıp Fakültesi Hastanesi’ndeki beni muayene eden, ameliyat eden, kontrol ve takibimi yapan doktorlara, hemşirelere ve tüm çalışanlara teşekkür ediyorum. Ayrıca telefon ve mesajlarla şifa dileklerinde bulunan yakınlarım ve dostlarıma teşekkür ederim.

SAFA ÖZEN, NADİR ŞENER, NEZAHAT HOCAMA SELAM OLSUN ve ÖLÜM
Yazı yazmak birikimle olmakta. Gördünüzse, duydunuzsa, duygulandınızsa ve topladıysanız, düşündüyseniz yazabilirsiniz. Mersin Öğretmen Okulu’nda iki yıl okudum. Son sınıfı, lise mezunu sayılıp üniversiteye gidebilmek için Ankara Yüksek Öğretmen Okulu’na gönderildim. Herhalde derslerim iyi olduğu için Yüksek Öğretmen’e seçilmiştim.

Yanlış hatırlamıyorsam 2.sınıfta 2K isimli sınıftaydım. Sınıf başkanımız Malatyalı Ahmet Gürkan’dı. Hani çok çalışanlara öğrenciler arasında “inekçi veya inekliyor” derler ya; Ahmet bir gün kitaplarımdan birinin arasına bir tutam ot koymuştu. Herhalde ben sınıfta çok “inekleyenlerdim” onun için Ahmet bana ot ikram etmişti. Herhalde bu çalışmamın karşılığında, coğrafya öğretmenim Safa hocam, seni Yüksek Öğretmen Okulu’na göndereceğiz der dururdu. Bu söylem de unutamadıklarımdan. Safa hocama da selam olsun.

Arif Bilgin kardeşimiz de aynı okulda okumuş ve Mersin Öğretmen Okulu ile ilgili bir sürü hatıra yazılar yazmış, kitap yazmış. Ben de yazmak istediğimde, aklımda belirli bir iki olaydan başkası yok. Herhalde dersten başka bir şeyle ilgilenmediğimden kaynaklanıyor olmalı. İnekçiyim ya..

Keşke şimdiki gibi gördüklerimi, çevremde olanları, yaşadıklarımı ve hatıralarımı kayıt edebilseydim. Yazmak daha kolay olurdu. Kayıt sadece derslere olduğundan istediğim şeyleri yazmada zorlanıyorum. Örneğin Nadir Şener Hocam, Ankara’da bir bakım evinde kalıyormuş. Ona bir şeyler yazmak istiyorum. Ama kıymetli hocamın dersime girip girmediğini bile hatırlamıyorum. Keşke kayıtlarımda bir şeyler olsa ve onlardan bahsetseydim.

Nadir Şener Hocam; yazılarınızı okumaya çalışıyor ve takip ediyorum. Elinize dilinize, gönlünüze ve kaleminize sağlık. En iyi zenginlik sağlık zenginliğidir. Size sağlık, sıhhat, afiyet ve mutluluklar dilerim.

İnsanın ruhu bedenine bağlıdır. Ruhun bedenden ayrılması, bedene olan bağlılığının sona ermesi ölümdür. Bu da kişinin, beklemediği, bilemediği bir anda ansızın geliverir. Ölüm kişinin madde aleminden ruh haline geçmesidir. Kişinin evini değiştirmesi gibidir. “Her bir canlı, ölümü tadacaktır elbette.” Tatmak sözünün karşılığı ise, kişi ölmekle yok olmaz, hayat bulur, ama başka bir hayattır. Ölüm, bu hayatı bitiriyor olsa da, başka bir hayat başlatıyor.

Mersin öğretmen okulunun babası ve tarih öğretmeniz Nezahat Dönmezoğlu (Bektaşoğlu) öğretmenimizin değerli eşi, okulun babası Osman Bektaşoğlu hakkın rahmetine kavuşmuş. Yani bu dünyadaki evinden ruh alemindeki evine göç etmiş. Ona Allah’tan rahmet, Nezahat hocama çocuklarına, tüm öğrenci ve arkadaşlarına sabırlar dilerim. Yeni evinde rahat uyu Hocam.

Nezahat hocamın tarih dersi anlatışını unutamam. Tarih konularını, savaşları hikaye gibi, yaşayarak anlatışını hiç unutur muyum. Tahtaya konu anlatmak için kaldırdığı öğrencilerin ikilemeye başlayıp, konuya bir türlü girmeyip, ezberlerini hatırlamada zorlandılar mı; “neticeyi kelaaam” der otur derdi. Tabi bu tahtaya kalkan kişi Kozanlı Yaşar Sarıtaş gibi öğrenciler olursa, “ama hocam tam ısındığımız an otur diyorsunuz” der, kızar homurdanarak otururdu.

Nezahat hocam merhaba. Antalya’dan size selam olsun. Beni hatırladınız mı acaba? Ben sizi hiç unutmadım ve sizi çok seviyorum. Yalnız kaldınız ama, kaliteli yaşamanı diler ellerinizden öperim.
Hoş kalın. Kasım 2016, Antalya. İsmet Kadıoğlu.
Hastane tarihçesi için kaynak: http//www.nedir.com/hastane.