Tayyip bey, Adıyaman konuşmasında, hakkındaki iddiaların komplo olduğunu bakın nasıl bir vak’a ile örneklendirmek istedi:

            Bu, İslam tarihinde “İFK” hadisesi olarak bilinen, Peygamberimizin mübarek eşi Hz. Aişe ile ilgili bir olaydır ki; böyle bir vakayı kendi durumuyla izaha kalkışması, kutsallarımızı siyasete alet ettiğine dair en taze örnektir.

            Sıkıştıkça, seçmenleri dinimizin tezleriyle motive etmeye çalışıyor. Maalesef, bunda büyük ölçüde başarılı olduğu da söylenebilir.

            Mekân Adıyaman; orada yatan sahabe de “Gerdanlık hadisesi”nin tarafı durumunda olan Safvan Muattal olunca kendi durumuyla 1300 yıl önce yaşanmış olayı telif etmeyi fırsata çevirerek şöyle dedi:

  “Hazreti Peygamber'in hayatı da onun ashabının hayatı da bizim için ibretlerle dolu. Peygamber Efendimiz bir seferden dönerken Hz. Aişe validemize iftira atıldı. Hazreti Peygamber ile Hazreti Ebubekir Sıddık arasına nifak sokmaya çalışıyorlardı, Medine'deki Müslümanları birbirine düşürmeye çalışıyorlardı, iffetli insan Hazreti Aişe validemize leke sürmeye çalışıyorlardı. İşte Adıyaman'da yatan sahabe Safvan Muattal'ı da bu iftira ile karalamak istediler ama Rabbim bu nifakı, bu tuzağı darmadağın etti ve Nur Suresi hasıl oldu. Bütün Müslümanlara şunu emretti; 'O yalan haberi getirenler içinizden bir topluluktur. Siz onu sizin için şer zannetmeyin, tam tersine o sizin için hayırdır.' İftira atan, iftirasının cezasını çeker hiç endişe etmeyin. Namuslu insanlara leke bulaştırmaya çalışan o lekeyi eline yüzüne bulaştırır. Temiz insanlara, temiz kadınlara, temiz erkeklere iffetsizlik hakareti yapan dünyada da ahirette de lanetlenir. Biz, şer zannederiz, ama onda hayır vardır. Hak şerleri hayreyler / Zannetme ki gayreyler / Arif anı seyreyler / Mevla görelim neyler / Neylerse güzel eyler."

Olaya neresinden bakarsanız bakın; oğlu ile yaptığı iddia edilen konuşmayı “montaj” veya “dublaj” boyutunda hafifletme şansı yoktur. Kamu vicdanı bu konuda kendi yargısını vermiştir.

İslam tarihinde “Benu Mustalik Gazvesi” olarak bilinen savaş sırasında Peygamberimizin mübarek eşi Hz. Aişe ile ilgili olay özetle şöyledir:

“Peygamberimiz, her sefere çıktığında eşlerinden birini de yanına alırdı. Bunu adet edinmişti.  Beni Mustalik Gazvesi ne Hz. Aişe’yi almıştı.

Medine’ye ulaşmadan önceki son mola yerinde Aişe, ordugahtan geri kaldı. Kumda gerdanlığını düşürdü. Onu araması uzun sürdü. Kamp yerine döndüğünde herkes oradan ayrılmıştı. Aişe, o kadar hafifti ki insanlar onun mahfe (devenin sırtına, oturmak için konulan sepet)  içerisinde olduğunu fark edemediler. Aişe kendisini almak için birisinin geleceği düşüncesiyle orada bekledi. Sonunda Safvan b. Muattal onu almak için geldi. Devesine bindirdi ve orduya yetiştirdi.

Abdullah İbn Übeyy adındaki fasık, bu olayı iftiraya dönüştürdü. Bu hususta İbn Übeyy’e, Aişe ve Ebu Bekir’e karşı kızgın oldukları anlaşılan kadın ve erkek bazı şahıslar da yardımcı oldular. Olayın halledilmesi haftaları buldu. Söz konusu olay, İslam toplumunda önemli bir sorun halini aldı. Sonunda ise vahiy tarafından, Aişe lehine karar verilmesi ile sonuçlandı.

Bilindiği gibi, Hz. Aişe, Hz. Ebubekir’in kızıdır. Hz. Aişe de bu olayı kendi ağzından şöyle anlatmıştır:

“Safvân b. Muattal es-Sülemî, ordunun arkasından gelirdi. Yanıma yaklaştığında beni görür görmez tanıdı. Çünkü beni örtünme âyetinin inmesinden önce görmüştü. Elbisemle yüzümü örttüm. Bana tek bir kelime bile söylemedi. Sadece “İnnâ lillahi ve innâ ileyhi Râciun” ayetini okudu. Ardından “Allah’ın rahmeti üzerine olsun! Neden geride kaldınız”? diye sordu. Ancak ben bir kelime bile konuşmadım. Bundan başka hiç bir sözünü duymadım. Devesini çöktürdü, ben de bindim.

Nihayet mola verdikleri bir yerde orduya yetiştik. Hakkımda bundan başka söz söyleyenler helak olmuşlardır. Bu olayın baş sorumlusu Abdullah b. Übeyy b.Selul idi. Medine’ye geldiğimizde ben, bu söylenenlerin hepsinden habersizdim. Sonra hastalandım. Bu hastalığım esnasında, Peygamber’in diğer hastalıklarımdaki gibi bana yakın davranmaması beni şüphelendirdi. Yanıma geldiğinde sadece selam veriyor ve “hastalığınız nasıl?” diye soruyordu. Ardından ayrılıyordu. Onun bu hali, beni daha da şüphelendiriyordu. İyileşinceye kadar bir aksiliğin olduğunu sezmedim.

Fakat, Allah’ın benim işlemediğimi bildiği bir işi üstlensem, beni doğrularsınız. Vallahi, aramızdaki durumu, Yusuf’un babasının şu sözünden başkasına benzetemiyorum: “Sabır ne güzeldir. Sizin söylediklerinize karşı ancak Allah’a sığınılır”.

Sonra döndüm ve yatağıma uzandım. O anda suçsuz olduğumu biliyordum. Allah’ın da suçsuzluğumu ilan edeceğine inanıyordum. Fakat, Kur’an’dan bir ayet indirerek beni temize çıkaracağını tahmin etmemiştim. Yine de Allah’ın suçsuz olduğumu bir rüyayla uykusunda, Rasulullah’a bildirmesini bekliyordum.

Henüz Rasulullah yanımdan ayrılmamış ve ailemden kimse dışarı çıkmamıştı ki, Allah, nebisine ayetleri indirmeğe başladı. Yüzü her zamanki vahiy inişinde olduğu gibi aydınlanmıştı. Bana söylediği ilk söz: “Ey Aişe, Allah’a hamt et. O, seni temize çıkardı" demek oldu.

Bunun üzerine annem benden Rasulullah’a teşekkür etmemi istedi. Ancak ben “Hayır! Vallahi onun için kalkmam ve Allah’tan başka kimseye de hamt etmem. Benim suçsuzluğumu Allah bildirdi” dedim.

 Ardından Allah “Bu iftirayı ortaya atanlar, içinizden bir güruhtur..”diye başlayıp devam eden 10 ayeti indirdi.” (Nur Suresi)

Soru:

1.    Bu olayla, “paraları sıfırlayın” iddiası arasında nasıl bir bağ kurulabilir?

2.    Bu olayda Hz. Peygamber “Hayır, böyle bir şey olmamıştır” diye inkâr mı etti, yoksa vahyin inmesini mi bekledi?

3.    Sıfırlama iddiasının “montaj”, ya da “dublaj” olduğu vahiyle mi bildirildi?