Kültürler, lezzetlerin izinde şekillenir. Türk kahvesi, bu yolculuğun en güçlü tanıklarından biridir. Kahve çekirdeği ilk olarak 15. yüzyılda Habeşistan'da (bugünkü Etiyopya) keşfedilmiş olsa da, onu özgün bir pişirme tekniğiyle kültürel sembole dönüştürenler Türkler olmuştur. Osmanlı topraklarına 16. yüzyılda giren kahve, kısa sürede saray mutfağından halk sofralarına kadar yayılarak günlük yaşamın ayrılmaz bir parçası hâline gelmiştir. Osmanlı'da Kahve: Saraydan Kıraathaneye Türk kahvesi İstanbul’a ilk kez 1550’li yıllarda, Yemen Valisi Özdemir Paşa aracılığıyla geldi. Bu yeni içecek, Topkapı Sarayı’nda özenle hazırlanan ve "kahvecibaşı" unvanına sahip kişilerin sorumluluğunda padişaha sunulan bir içecek hâline geldi. Zamanla halk arasında da yaygınlaştı ve 1554 yılında Tahtakale’de açılan ilk kahvehane ile sosyokültürel hayatın merkezlerinden biri oldu. Bu mekanlar, sadece kahve içilen değil; edebiyatın, siyasetin, sanatın ve sohbetin yaşandığı canlı toplumsal alanlara dönüştü. Pişirme Sanatı: Köpüğüyle ve Kokusuyla Türk kahvesini diğer kahvelerden ayıran en önemli özellik, hazırlanış şeklidir. Cezvede, su ve şekerle birlikte ağır ateşte pişirilen kahve, telvesiyle birlikte fincana dökülür. Köpüğü, sunumun kalitesini belirleyen unsurlardan biridir. İnce kenarlı porselen fincanda, lokum ya da su eşliğinde servis edilmesi, zarafetle bütünleşmiş bir geleneğin göstergesidir.