Egemen bey, birileri için “ölü seviciler” demiş de, fıkra oradan aklıma geldi.

                Bir  Cuma namazımızı ifsat eden fıkrayı merhum Yalçın Demirel’den dinlemiştim.

                Yalçın Demirel, Köşk’ün hukuk işlerine bakan, ehl-i keyf, nüktedan, dost canlısı bir arkadaşımızdı.

                Hasan Mollaoğlu ile odasına uğramadığımız gün yoktu.

                Mollaoğlu, eski Savunma Sanayi Müsteşar Yardımcısı, sonradan DDY Genel Müdürü olacak, DPT’den yetişme önemli bir bürokrat. O dönemde Cumhurbaşkanlığı Danışmanı.

                O da çok değerli bir dost. Bu üçlüye bir de Gazi Üniversitesinin değerli diş hekimlerinden Prof. Hüseyin Yazıcı’yı ekleyeblirim.

                Yalçın Demirel’i kaybettik. Hayatta olan iki dostla zaman zaman bir araya gelip hasret gideriyoruz. Allah, hepimize sağlıklı ömür versin.

                Bir Cuma günü. Köşk’ün Muhafız Alayı bölümündeki Camide kılacağımız Cuma namazı için hazırlıklarımızı yapmışız, öylesine bir sohbet içindeyiz.

                Yalçın bey, her zamanki fıkralarından birini daha patlattı.

                Köyün birinde ölü sevici bir imam varmış. (imam demek zor, ölü yıkayıcısı desek daha iyi).

                Önüne gelen ölüyü seviyormuş. Tıpkı Egemen beyin anlattığı gibi.

                Köylü bunun farkına varmış.

                “Ulen bu adam gelmişimizi geçmişimizi sevdi, biz de ona bir tuzak kuralım,  bu zalimden kurtulalım” diye düşünmüşler, köyün bileği kuvvetli, gücü yerinde  bir delikanlısına ölü numarası yaptırıp gasilhaneye koymuşlar.

                Yıkamak üzere içeri girmiş, bakmış ki ölü değil diri.

                Bu arada köy halkından bir kısmı gasilhanenin kapısına kulak kabartmış, neticeyi bekliyor.

                İçeride bir gürültü kopmuş. Dışarıdakiler, “hah işte tamamdır deyyusun işi” derken, kapı açılmış; takke bir tarafta, cüppe savrulmuş vaziyette, kan-ter içerisinde çıkıp dışarıdakilere çıkışmış:

                “Bir daha diri ölü istemiyorum. Öldürüp …….ye kadar hal geldi başıma!”

                Egemen bey, dedi de; o gün bizi günaha sokan, namazımızı ifsat eden bu fıkrayı yeniden hatırladım.

                Devlet büyüğümüzün arkasında saf tutmuşuz.

                Namaz başladı, fıkra aklımıza geldi.

                Kıkır kıkır gülüyoruz. Bir yandan da fark ettirmemeye uğraşıyoruz.

                Öksürerek, boğaz temizleyerek, bunun gibi numaralar yaparak ayıbımızı örtmeye çalışıyoruz.

                Namaz bitti, biz de bittik.

                Gülmekten gözlerimiz yaşarmış.

                Egemen beyin “ölü sevici” dediği, işte böyle bir manyak.

                Eline düşen daha iyisini bilir!

                Biz, fıkrasından biliyoruz.