O’nun “büyük adam” tarifi şöyle idi:

                “İster bakkal, ister kasap, ister çöpçü, ister doktor, ister mühendis ol. Bunların hiç biri değil. Büyük adam, işini en iyi yapan adamdır.”

                Yani, bir insan zengin olmakla, yüksek tahsil yapmakla, milletvekili, bakan, Başbakan, ya da Cumhurbaşkanı  olmakla büyük adam olmuyor.

                Büyük adam olmanın ölçüsü; işini en iyi  ve en doğru şekilde yapabilme kabiliyetine sahip olmaktır.

                Derin bilgisinden çok yararlandığım bu büyük insan, bizim “milli terbiye” dediğimiz toplumsal eğitim konusunda da batıya ait şu gerçeğin altını çiziyordu:

                “İngiltere’de istisnasız her anne, çocuğunu dokuz buçukta uykuya yatırır.”

                Bu değerli insan, benim bakanımdı. Aynı zamanda, ihtilal hükümetlerinin değişmez bakanı.

                27 Mayıs’ın Basın Yayın ve Turizm Bakanı, 12 Eylül’ün Kültür Bakanı.

                Demokratlığı, dürüstlüğü, kimlikli olmayı ve kimlikli kalmayı öncelikle benimsemiş ve hayatına geçirmiş bir insandı.

                Babanzade ailesinin bir ferdiydi.

                Bu aileden büyük insanlar çıkmıştır.

                Bunlardan birisi de 12 Eylül döneminde benim Bakanlığımı yapmış olan Cihad Baban’dır.

                Şahsiyetliydi dedim. 12 Eylül’ün kudretli adamı karşısında bile dimdik durabilme basiret ve cesaretini göstermişti.

                O Kültür Bakanı, ben O’nun basın danışmanıyım.

                Cumhurbaşkanı Evren “kültür ödüllerini” dağıtacak, çoğu askerlerden oluşan bakanlık üst bürokrasisi her tören öncesinde olduğu gibi bu ödül töreninin de provasını yapıyor.

                Beni çağırdı. “Git bak, onlar ne yapıyorlar” dedi.

                Gittim, tören mizansenini izledim.

                Tören şöyle kurgulanıyordu:

                “Bir sekreter hanım ödüle konu nesneyi Bakan’a veriyor, Bakan da Cumhurbaşkanı Evren’e takdim ediyor. Ödüller bu şekilde verildikten sonra Cumhurbaşkanı konuşuyor, bakan da bitimine kadar  esas duruşta yanında yer alıyor.”

                Gittim, olayı bu şekilde anlattım.

                Ağzımdan şu cümle döküldü: “Size biçilen rol pek hoş değil efendim.”

                Sadece “Yaaaa” dedi.

                Tören günü salondayız.

                Ödüller, sekreter hanım tarafından bakana değil, doğrudan Cumhurbaşkanına verildi. Bakan, burada aradan çıkmış oluyordu.

                Sonra, Bakan konuşmasını bitirdi, Cumhurbaşkanı beklemeden kürsüyü terk etti.

                Yani, yanında esas duruşta beklemeyi uygun bulmamıştı.

                Anladım ki, provayı yapan üst bürokrasiyi bayağı zılgıtlamış.

                Ön sırada oturan o üst asker bürokratlardan birisi, bakanın bu hareketi üzerine hüküm cümlesini yanındakine şöyle fısıldıyordu: “Bakanın işi bitti!”

                Gerçekten de birkaç gün sonra bakanın işini bitirdiler.

                Bakanlığı Turizm Bakanlığı ile birleştirdiler, adına Kültür ve Turizm Bakanlığı dediler, bizim bakanımızı da böylece açığa çıkarmış oldular.

                Emek’te İsrail Evleri’ndeki konutundan İstanbul’a yolcu ederken, yanında pervane olan “ikbal dönemi” bürokratlarından hiç kimse yok.

                Sadece üç Erzurumlu bürokrat olarak uğurluyoruz. Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürü Burhanettin Yılmaz, Yayımlar Dairesi Başkanı Cevdet Türkeroğlu ve ben.

                Gözleri dolu dolu oluyor Bakanımızın. Tabii, bizler de öyle.

                Yeni bakanla anlaşamadığım için beni Sansür Kurulu’na gönderdiler. O kurulda devlet zoru ile iki yıl boyunca film seyrettim.

                Diyeceğim o ki, kimse mevkiine makamına güvenmesin; varsa kendi kimliğine, şahsiyetine güvensin.

                İnsanı insan yapan da, ayakta tutan da kendi şahsiyetidir.

                Rahmetli Cihad Baban bizlere bunu göstermişti.

                Nur içinde yatsın.