Merhum Cihad Baban'la 12 Eylül Hükümeti döneminde tanıştım ve kendisiyle çalışma onuruna eriştim.

O, Kültür Bakanıydı, ben basın danışmanı.

Geniş bir kültüre, edebî bir kişiliğe sahipti.

Sert mizaçlı bir bakandı.

O'nunla çalışmak pek de kolay değildi.

İki şeye çok dikkat ederdi:

Evrakın zamanında işlem görmesine ve tuvaletlerin her daim temiz tutulmasına çok dikkat ederdi.

Bir gün, beni ve özel kalem müdürünü de yanına alıp teftişe çıktı.

Evrak şubesi müdürüne sordu: “Bu evrak kaç dakikada yukarıya çıkıyor?”

“Bazen bir-iki saat, bazen ertesi güne sarkan evraklar oluyor efendim.”

“Bak çocuğum, önüne gelen evrak 15 dakika içerisinde ilgili birime gitmiş olmazsa kendine yer ara!”

Sonra, tuvaletler...

Tuvaletleri iyi bulmayınca İdari ve Sosyal İşler Dairesi Başkanı Mustafa bey arkadaşımızı çağırdı.

“Her sabah ilk işin tuvaletleri kontrol etmek. Bir daha bu tuvaletleri böyle görürsem, kendine yer beğen!”

O günden sonra her evrak 15 dakikada yerini buldu, Mustafa beyin mutad kontrolleri sayesinde Bakanlığın tuvaletleri de pırıl pırıl oldu.

Benimle arası iyi idi.

Kalemimi ve ifade tarzımı taktir ederdi.

Ayrıca, bir zamanlar Erzurum'da Doğu Gazetesini de çıkarmış olması münasebetiyle Erzurumlulara da yakınlık duyardı.

Belki beni sevmesindeki sebeplerden birisi buydu.

Kültürlü bir insandı demiştim.

“Politika Galerisi” isimli bir de kitabı vardır.

O'nun dünya görüşlerinden çok yararlandığımı söyleyebilirim.

Toplum eğitiminden misal verirken şu sözünü beynime kazıdım ve hiç unutmadım:

“İngiltere'de istisnasız her anne çocuğunu saat 21.30'da uykuya yatırır!”

Bizde öyle mi?

Analar ve babalar çocuklarını uykuya yatırmak için neler yapmazlar.

Hikâye anlatırlar, ninni söylerler, şarkı söylerler.

Huysuz çocuklar da vardır.

Ne yemek yedirebilirsiniz, ne uyutabilirsiniz.

İşte o zaman “kokor” imdada yetişir.

Bizim Erzurum'da anneler uyumayan ve yemeyen çocuklarını “kokor gelir” diye korkuturlardı.

Kokor, öcü anlamında bir kelime. Kurt, canavar, hortlak gibi çağrışımlar da yaptırır.

“Kokor gelir” dendi mi, çocuk yorganını başına çeker, ya da önündeki yemeği bir an evvel bitirmeye çalışır.

Bizden büyük bir ağabeyimiz vardı, TRT'ye girmişti.

Şakacı arkadaşlarının ifadesiyle “mosturalık bir surat, uzun burun, sivri kafa!”

Birisi takıldı; “yahu arkadaş sen Ziraat Mühendisisin. Şarkı bilmezsin, söz bilmezsin, şunu bilmezsin, bunu bilmezsin. Seni bu TRT'ye ne diye aldılar?”

Ötekisi atıldı: “Yav O'nun bir görevi var. Yatma saatinde kokor saatine çıkarirlar. Yatın ola! diye bağırtıyorlar, bütün çocuklar O'nun korkusuyla uykuya yatir.”

Aklıma, bizim televizyonların haber saatleri geldi.

Ve o saatlerin değişmez yüzü...

Kızarmış yüzü, uzamış dudakları, delikleri şişmiş burnu ile her gün birine veryansın eden O adam!

Haber saatlerimiz, O'nun sayesinde “kokor saati”ne dönüştü...

Şahsiyetli bir duruşu sebebiyle o zamanki muktedirin hışmına uğrayıp, Bakanlıktan uzaklaştırıldı.

İsrail evlerindeki konutundan O'nu üç Erzurumlu bürokrat olarak sadece biz uğurlamıştık.

Ben, sonradan Bakanlık Müsteşarı olacak olan Yayımlar Dairesi Başkanı Cevdet Türkeroğlu ve Kütüphaneler Genel Müdürü Burhanettin Yılmaz.

Gözleri dolu dolu oldu.

Giderken hem kendi ağladı, hem bizi ağlattı.

Mekânı cennet olsun.