Yurtdışı müteahhitlik esteklendi.
İthalat kademeli olarak libere edildi, ihracat; vergi iadesi, düşük faizli kredi, imalatçı ihracatçılara ithal girdide gümrük muafiyeti, sektörlere göre farklılaşan teşvik sistemi ile teşvik edildi.
Sonra, 12 Eylül.
Turgut bey, “abi” diye hitap ettiği eski Başbakanına gitti, “bana görev veriyorlar, kabul edeyim mi?” diye sordu.
“Ülke bizimdir, elbette” cevabını aldı.
Sonra, o hükümette Başbakan Yardımcısı oldu.
24 Ocak kararlarını uygulamayı sürdürdü.
Ekonomi nefes aldı.
Serbest düzene geçilirken ANAVATAN partisini kurdu.
“Satarım”, “Sattırmam” tartışması sonunda iktidar oldu.
O artık Başbakandı.
Hatasıyla, sevabıyla on yıla yakın Başbakanlık.
“Türkiye'ye çağ atlattık!”
“Bizim icraatımıza onların hayalleri bile yetişemez!” Sözleri O'na aitti. Ben hep bilançonun son satırına bakarım. O, Türkiye'ye kâr ettiren bir Başbakandı. Ağabeysi gibi. 12 Eylül aralarına girdi. Kıyasıya ve üzücü rekabet. Oysa biz, hepimiz birinin Cumhurbaşkanı, birinin Başbakan olmasını ne kadar arzu ediyorduk. Olmadı. Bir anekdot: Bilgisayarlar arkadaşı idi. Odasında bir düzine bilgisayar. Kimisiyle ekonomiyi, kimisiyle iç güvenliği, kimisiyle Türkiye'yi, kimisiyle dünyayı izler, kimisiyle de oyun oynardı. Bir Ramazan günü, bilgisayarlardan birisi bozuldu. Bilgi işlemden bir uzman çağırttı. O uzmanın adı Yavuz Günal'dı. Arıza giderildi, sahur vakti yaklaşmıştı. Cumhurbaşkanı, memuruna sordu: “Oruç tutuyor musun?” “Hayır efendim, tutmuyorum.” “Olsun, gel sahuru birlikte yapalım.” 17 Nisan'da sadece bir Cumhurbaşkanını değil, Başarısı arttıkça, tevazuu da, hoşgörüsü de artan bir siyasetçiyi kaybettik. Ruhu şad, mekânı cennet olsun.