Bazı olaylar ve süreçler yaşanmadan hakikatin değeri anlaşılamaz.
 Alnımıza değil, oylarımıza yazılmış oldu ama, yaşıyoruz işte.
 Toplumsal olaylarda ortak akıl her zaman doğruya çalışmaz.
 Bazen böyle çarpık örneklerle karşımıza çıkar.
 Bu da onun gibi bir şey.
 Yani, kendimiz ettik, kendimiz bulduk durumu.
 Toplumlar gerçeği bazen hızlı, bazen yavaş yavaş idrak ederler.
 Bizim toplumumuz da önündeki gerçeği yavaş yavaş idrak edenlerden.
 Olup bitenleri yavaş yavaş farkediyoruz.
 Aslında O, tramvay dediğinde anlamalıydık.
 Anlayamadık işte.
 Tramvay, kendi duraklarını inşa ederken,
 Kimimiz “din” saikiyle,
 Kimimiz “endamına kurban” diyerek,
 Kimimiz kömür ve koli torbalarına kanarak kandırıldık.
 Gördük ki;
 Allah'ın indirdiği dinle, yaşatılmak istenen dinde esaslı farklılıklar var.
 Haramla helal birbirine karışmış durumda.
 Buna fetva veren “alim” bile nihayet farkına varmış olacak ki, “artık yeter!” noktasına gelmiş.
 İsraf...
 O da haramlıktan çıkmış.
 İtibar hanesine yazılır olmuş.
 Mesele itibarsa, bin oda teferruattır noktasında düğümlenmiş.
 Ankara Mimarlar Odası, Atatürk'ün mirası olan Orman Çiftliği'ndeki yağmanın durdurulması için hukuk mücadelesine devam ediyor.
 Şimdi de uluslararası bir yarışma açmış.
 “Burası talandan nasıl kurtarılıp kamu yararına elverişli bir yer haline dönüştürülebilir?”
 İçerden ve dışarıdan burası için “makul şüphe”ye dayanmayan bir “makul akıl” oluşturmak istiyorlar.
 Atatürk'ün vasiyetinin açıklanması için mahkemeye de başvurmuşlar.
 “Gücü yeten varsa, buyursun yıksın” meydan okumasıyla yapıldı o bina.
 Hukuk ne yaptı ki, “vasiyet” bu keyfiliğe ne yapsın!
 Hem, bu kadar masraflarla yapılmış bir bina yıkılmalı mı?
 Bizce hayır.
 Bu bina, bütün ihtişamıyla ayakta kalmalı.
 Ancak, fonksiyonu farklılaştırılarak.
 Gelecek iktidarlar bunu yapacaktır elbet.
 Bizce bu bina yıkılmamalı;
 Atatürk'ün işaretine uygun olarak
 “Atatürk Bilimler Akademisi” haline dönüştürülmeli.
 Her odasına, alanında şöhret olmuş yerli ve yabancı bilim adamlarını oturtarak, onları  bir araya toplayarak içinde bilim üretilen bir yer haline getirilmeli.
 Atatürk'ün gösterdiği yol da bu değil midir?
 “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” demedi mi?
 İşte, bu kaçak yapıyı meşrulaştırmanın yolu:
 “Atatürk Bilimler Akademisi”