Rutger Bregman’ın yazdığı, Gül Özlen’in Türkçeye çevirdiği ‘Çoğu İnsan İyidir’ kitabını birkaç sene önce okumuştum. Çok sevmiştim. Zira şimdiye kadar ben de hayatımı insanların iyi olduğu ve onlara güvenmek gerektiği fikri üzerine kurmuş, bu güne kadar da öyle yaşamaya gayret etmiştim.
Son yıllarda, insanlar, kurdukları hikayeler ve oluşturdukları kurumlarla, gerek kendilerine, gerekse üzerinde yaşadıkları dünyaya verdikleri zararlar nedeniyle, insanın iyi olamayacağıfikrini yaygınlaştırdı ve pekiştirdi. Böyle bir zamanda bir yazarın cesaretle bu fikre karşı çıkması ve bunu sağlam kanıtlarla kitaplaştırması harika bir şeydi benim için.
Durup dururken nerden çıktı bunlar ve neden yazıya dökülüyor diye sorular gelebilir aklınıza ve içten içe pek de durup dururken olmadığını da sezinleyerek...
Kırk yılı aşan hekimlik yaşamımda, hekim hasta ilişkilerinde gözlediğim en önemli özelliğin, orantısız bir ilişki özelliğinde olduğudur. Kişi, gücünden, kariyerinden, maddi zenginliğinden,toplumsal konumundan vb. her şeyinden sıyrılmış bir şekilde, sadece bir hasta olarak çıkar hekimin karşısına; çırılçıplak, çaresiz, zayıf ve hekiminden çare bekleyen...
Bu orantısızlık hekim hasta ilişkisini bir sevgi nefret ilişkisine de dönüştürebiliyor. Bir yandan çare bulduğu için hekimini sevebiliyor, bir yandan da kendini bu kadar çaresiz ve zayıf durumda gördüğü için farkında olmadan, sanki sorumlusu hekimin kendisiymiş gibi hekiminden nefret de edebiliyor. Sevgi ortalıktayken nefret genellikle bilinç dışındadır. (Son yıllarda hekimlere ve sağlık çalışanlarına yönelik artan şiddetin nedenlerinden biri de bilinçdışı bu nefretin, ticarileşen sağlık sisteminde müşteri konumuna gelen hastanın müşteri olma gücüyle birleşmesinden kaynaklanıyor olabilir mi, dersiniz…)
Yakın bir zamanda hasta pozisyonundaydım ve hekimlerden çare arıyordum. Bu süreçte bir hekim meslektaşımla yaşadığım diyalog yukarıda yazdıklarımın bir kısmını adeta doğruladı. Cerrahi yöntemle çözülecek bir sorunum için yattığım hastanede, ameliyat öncesi vizite gelen anestezi uzmanı hekim arkadaşım kendini tanıttı, ben de tamamen refleksi bir şekilde kendimi tanıtırken mesleğimden ve uzmanlığımdan da söz ettim. Bilinç dışı ve bir nevi savunma refleksi olarak yaptığım bu davranışa yine mesleki bir refleksle karşılık verdi: ‘şimdi hastasın’.
Yıllar önce, mesleğimin daha ilk yıllarında, akciğer ameliyatı olduğumda yaşadığım şanssızlık nedeniyle hastanede üç ay yatmak zorunda kalmıştım. Bu şanssızlık mesleğimin bir parçası olan hasta tarafını öğrenme şansı verdi bana ve bu öğrenmeden edindiğim bilgilerinhastalarımla olan ilişkilerime olumlu yansıdığını söyleyebilirim.
İyi bildiğim hekim rolünden sıyrılmış yine iyi bildiğim hasta rolünde hekimler karşısındaydım. Gergin ama endişeli değildim. İnsanların iyi olduğunu, insanların güvenilir olduğunu biliyordum.
Öyle de oldu.
Genelleme bir yana zaten Cerrahım Op. Dr. İsmet Akkaya’yı çok yakından tanıyordum. Altı yıl Ankara Tıp Fakültesini birlikte okumuştuk. Elli yılı aşan bir dostluğumuz var.Bunun yanı sıra çok yetenekli bir cerrah, yeteneğiyle yarışan çok iyi bir insandır.
Op. Dr. İsmet Akkaya, yetenekli ve becerisini her daim yukarı taşımayı bilen bir genel cerrahtır. Uzun yıllardır hastalarını özel muayenehanesinde kabul eder, ameliyatlarını anlaştığı özel hastanelerde yapar. Benim de ameliyatımı bir özel hastanede yapacaktı.
Randevu saatinde hastaneye gittik. Hasta kabulde sabahın o erken saatinde bile gülümseyen, içten bir gülümsemeydi, genç bir erkek çalışan kaydımı yaptı.
Hayat arkadaşım Hülya, bu süreçte refakatçimdi. Birlikte odaya çıktık. Benden sorumlu Erkek Hemşire Saadettin Karaman ve Kadir Cıvraz, güler yüzleri ve içtenlikleriyle harmanladıkları iş disipliniyle görevlerini yapmaya başladılar. Yapacakları her şeyi önceden söylediler, sonra harekete geçtiler. Getirdikleri hastane giysileriyle üstümü değiştirmemi beklediler, ardından damar yolunu açtılar, tetkik için kan aldılar, EKG’mi çektiler, Hastabakıcı Handan Kara protokol böyle deyip beni tekerlekli sandalye ile akciğer filmi çektirmeye götürdü. Maharetli röntgen teknisyeni işlemi çabucak yaptı. Odama geri döndük. Ardından beni uyutacak Anestezi Uzmanı Dr. Yusuf Tunalı vizite geldi. Yüzüne ve sesinin tınısına yayılan güzelliği güven vericiydi. Sorunsuz bir anestezi süreci geçirmemle bu güven kanıtlanmış da oldu.
Ameliyat sıramı beklerken, ameliyat ettiğim hastalarımın ameliyat sırasını beklerken neler yaşadıklarını düşündüm ve sıralarını beklerken onları önceden ayrıntılı bilgilendirmiş olmanın ne kadar önem kazandığını bir kez daha hissettim…
Sedye, asansör ve ameliyathane, sevgili dostum Op. Dr. İsmet Akkaya’nın sıcacık güven veren yüzü, beraber ameliyata gireceği Op. Dr. Serdar Aksoy’un güvenli ellerdesin duruşu, Anestezi Uzmanı Yusuf Tunalı’nın bebekler gibi uyuyup güzel güzel uyanacaksın tavrı, ameliyathanede çalışanların işine konsantrasyonları…
Daha ne olsun!
Uyandığımda ilk hatırladığım, gördüğüm yüzün hayat arkadaşımın yüzü, duyduğum sesin onun sesi olduğuydu…
‘Geçmiş olsun!’ ‘Nasılsın?’
Katın sorumlu hemşiresi Ayça Akıncıoğlu’nun yönetiminde büyük bir titizlikle çalışan hemşire ve hasta bakıcıların ihtimamlarıyla sıkıntısız geçen iki gün sonrası sağlığıma kavuşmuş olarak ikinci annem olarak kabul ettiğim, annem gibi sevdiğim Suna Gök’ün, Suna Ablamın evine çıktık. Bir hastalık durumum daha bitti. Darısı yenisine demiyorum ama böyle gelirse de hoş gelsin.
İnsanların iyi olduğunu bir kez daha yaşadığım, bu fikrimin bir kez daha teyit edildiğini gördüğüm bu sürecin kahramanlarından başta Op. Dr. İsmet Akkaya olmak üzere, Op. Dr. Serdar Aksoy’a, Anestezist Dr. Yusuf Tunalı’ya, ameliyathane personellerine,Hemşire Ayça Akıncıoğlu’na, Saadettin Karaman’a, Kadir Cıvraz’a, Hastabakıcı Handan Kara’ya, emeği geçen adını bilemediğim tüm hastane çalışanlarına ve bu kurumu kuran, işleten, yöneten herkese çok teşekkür ederim.
Minnettarım! İyi ki varsınız!
Nedim İnce
İstanbul / 11. 12. 2025