Mehmet Necati GÜNGÖR

 

            Başbakanımız rüşvet ve yolsuzluğu tanımladı da, öyle öğrenebildik.

Rüşvet meğer bizim bildiğimiz gibi bir nane değilmiş. Bir memurla sivilin iş tutmasıymış, o kadar!

Misal:

İranlının bakana 700 milyarlık kol saati alması rüşvet sayılmıyor. Bu, olsa olsa ikisinin arasındaki muamelenin adıymış.

Yolsuzluk ise farklı bir şeymiş.

Misal; eski bir bakanın devletten iş alan müteahhitlere salma salıp 630 milyon dolar toplaması yolsuzluk sayılmazmış. Çünkü, karşıda sivil yok. Devletten çıkan bir şey yok. Devletten iş alanların gönüllü olarak katkılarından ibaret bir durummuş.

Hem, “Bu hükümet yolsuzlukların hükümeti olsaydı milli gelirimiz 800 milyar dolara çıkar mıydı? Türkiye’nin dış borcu yüzde 35’e düşebilir miydi? Enflasyon tek haneli rakama düşer miydi?”

Demek ki neymiş? Bunun adı rüşvet de değilmiş, yolsuzluk da!

Biz de hukukçulara danıştık, ayrıca sözlüğe de baktık, bu para toplama işi gerçekten rüşvet ve yolsuzluğa girmiyormuş da “irtikâp”a giriyormuş.

İrtikâp’ın lügat manası şu:

“Yapma, kötülük etme, yalan söyleme, hile yapma, yiyicilik, rüşvet alma, kötü iş yapma, kötülük etme.”

Bunu geçtik; bir de “afazi” durumu var.

Yine sözlüğe baktık; afazinin kelime anlamı da şu:

“Söz yitimi. Disfazi olarak da bilinir. Hastalık, beyinden kaynaklı bir bozukluk sonucu sözcüklerin seslendirilememesi ya da anlamlandırılamaması olarak kendini gösterir. Hastalığın kimi türlerinde; hasta ağzını oynatıp bir takım sesler çıkarabilir ama kendisi sözcük oluşturma yetisinden yoksundur. Ses çıkarma yeteneği kaybolmadığı halde istenilen sözü bulup söylememe hastalığı…”

Bunu da öğrendikten sonra geliyoruz beynimizin Wernicke alanına.

ABD’deki psikolojik savaş uzmanlarının, bilim insanlarının belirttiklerine göre; aynı zamanda psikolojik savaş birimlerince insan beyninin lisanla ilgili bölümünün dejenere edilmesiyle ortaya çıkabiliyor bu durum.

Nitekim, Türkiye’de son yıllarda yaşanan ve afazinin çok önemli bir sonucu olarak gösterilen entelektüel sığlık da bu  psikolojik savaş taktiklerinin sonuncusuymuş. Bu durumun önde gelen örneklerini de Gezi Parkı ve 17 Aralık Yolsuzluk Soruşturması süreçlerinde yaşananlar oluşturuyormuş.

Kısacası, Türk insanı bu yöntemle “meeee”leştiriliyormuş!

Şimdi anladık mı neyi neden yanlış anladığımızı?

Bilim insanlarının yalancısıyız.

Başbakanın değil. 

Zira, Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütü, 2014 Dünya Basın Özgürlüğü sıralamasında Türkiye'yi, 180 ülke içerisinde 154.sırada gösteriyor.

Sözün fazlası halden anlamayanlara söylenir!